–Bilmiyorum Nikola. Kaybediyorum yavaş yavaş ruhumu ve bir anlamı olduğunu kesinleştiremediğim bu hayatı.

–Düşünceler, ruhlarımıza yerleştirilmiş birer zehirdir Vasilyeviç. İnsanların senelerce ruhlarında büyüttüğü çınarın, kuru bir çalı gibi kırılmasını sağlayabilecek bir zehirdir. Dikkatli olmalısın.

–Umarım güneşin ışığından benim çınarımda nasibini alır Nikola. Bu gece Tanrı'dan istediğim tek şey budur. 


Gecenin çaldığı müzik eşliğinde Vasilyeviç uykuya dalıyordu ve gözünden süzülmekte olan gözyaşına, gecenin ışığı eşlik ediyordu. 

Güneşin gözlerine rahatsızlık veren ışığıyla yataktan kalktı ve dibinde votka kalmış bardağı yudumladı. Bardağı geri koyarken aynanın karşısında kendisini gördü ve dağılmış siyah saçlarının arasında kendisini belli eden beyazların sayısının her geçen gün arttığını fark etti. Aynanın karşısında kendisine bakmaya devam ederken kapının çalındığını duydu ve iki oda arasındaki kapıya doğru yürümeye başladı.

–Kimsin?

–Benim Vasilyeviç, Natasha Aleksey.

Kapıyı açtı ve "Anahtarın yok mu senin Natasha, ne diye kapıyı çalıyorsun?" dedi ve söylenerek odasına doğru yürüdü.

–Kaybettim Vasilyeviç, kaybettim kahrolası anahtarı. Söylenmeyi bırak da beni dinle. Dün çok kötü şeyler oldu fabrikada, dedi. 

Vasilyeviç kendisine votka koydu ve "Anlat Natasha seni dinliyorum." diyerek sandalyeye oturdu. 

–Sabah her zamanki gibi işe gitmiştim, her an bir önceki gün gibiydi ta ki akşam çıkışa yarım saat kala çalışanlardan birinin, elindeki işi bırakarak “Hakkımı istiyorum!" diye bağırmasına kadar. Bir anda tüm çalışanlar seslerini Tanrı'ya duyurmaya çalışırmış gibi müdüre aynı şekilde bağırmaya başladılar. Fabrika resmen Pelage'nin Pavel'i siluetine bürünmüştü. Ama o vicdansız müdür her şeye hazırlıklıydı. Polisler sardı birden etrafımızı ve hepsi ciddi bir halde müdüre bakıyordu. Müdürse tepeden gülerek bize baktı. Polisler, müdürün "Durdurun şu nankörleri!" demesiyle sopaları kafamıza kafamıza vurmaya başladılar. Sesi çıkmayan ben bile bir iki sopa yedim. Polis birkaç kişiyi alıp götürdü. Birazdan işe gideceğim bırakmışlar mı bırakmamışlar mı öğreneceğim. Geç kalacağım dikkat et kendine Vasilyeviç.

Vasilyeviç bardağındaki son damlayı yudumlarken Natasha gitmişti. Natasha'nın gitmesiyle birlikte işe gitmek için hazırlanmaya başladı. Üstünü giydikten sonra yola koyulan Vasilyeviç Tanrı’dan istediğinin gerçekleşmediğini düşündü ve içinden "Ne zaman istediğimi gerçekleştirdin ki..." dedi. Yavaşlamakta olan trene doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı.

Boş bulduğu koltuğa oturup trenin hareket etmesini beklemeye başladı. Önünde oturmakta olan adamın saçlarına düşmüş aklar sayılamayacak kadar fazlaydı ve içinden "Karanlık esir almış ruhunu. Onun Tanrı'sı da benimki gibi... Yapayalnız bırakmış onu." cümlelerini geçirdi. O sırada arka koltukta sesli bir şekilde konuşan iki kişinin konuşmasına kulak kabarttı. 

–Gazetelerin hepsi aynı haberi yapmış Sokolov.

–Yapmaları gerekiyordu Karkov. Burjuvaların altında daha fazla ezilmeye kimsenin dayanacak gücü kalmadı. Her fabrika ve her müdür en az maaşla en çok işi yaptırma peşindeler. Biz işçilerin emeklerini kullanarak kazandıkları yetkilerle bizlere hakaretler savuruyorlar.

–Doğru söylüyorsun, çıkmış olan bu sesi bastırmalarına izin veremeyiz. Yoksa sonumuzun Dostoyevski romanlarından farkı kalmayacak.

Vasilyeviç konuşmalara hak verircesine kafasını oynatıyordu. Dışarıdan izleyen birinin, onun deli olduğunu düşünmesi için yeterli bir sebepti bunlar.

–Sessiz ol Karkov! Kim biniyor bu trene bilmiyoruz. Rus halkının büyük kısmı sevmese bile hala sevenleri bulunuyor.

–Tamam... Tamam sustum Sokolov.

Tren hareket etmek için konuşanların susmasını bekliyormuş gibiydi oluşan sessizlikle birlikte hareket etmeye başlamıştı. Titreyen cama kafasını dayadı ve gözlerini gökyüzüne doğru yöneltti. Bulutların, beli bükülmüş insanı andırdığını gördü ve onları ruhları yaşlanmış Rus halkına benzetip kaşlarını çattı. Ve o sıra aklına gelen dizeleri sessizce söylemeye başladı. 


"Kan kusuyor mektepler bahtı yazan kalemlerde

Bükülmüş yeni yetme çınarlar karanlık eşiklerinde

Büyüyor fabrikanın efendileri burjuvanın köleleri...”

Tren durmuştu ve inmek için hemen ayaklanmıştı Vasilyeviç. Trenden indikten sonra fabrikanın bacasından çıkan dumanların Rus halkına benzettiği bulutları karartmasıyla son dizeyi söyledi.

“Nasırlı elleri belirecek kölelerin efendilerin yüzlerinde."

Ardından fabrikanın girişine doğru yürümeye başladı. Üstünü değiştirdikten sonra çalışması gereken bölüme doğru giderken çalışanların ağzından sessizce "İsyan etmişler alt fabrikada polis almış götürmüş hepsini..." sözleri dökülüyordu ve aynı sözleri duya duya bölüme gelmişti. 

–Hoş geldin Vasilyeviç.

–Hoş buldum Raskol.

–Haberin var mı olaylardan?

–Var Raskol. Herkesin aynı şeyi konuşuyor olmaması imkansız.

–Aptal herifler! Onların çıkarttığı ses bize de zarar verdi. Patron daha fazla sıkmaya başladı. Toplu olarak konuşan kimi görse dağıtıyor. Hiç iyi olmadı bu.

–Aptal olan onlar değil Raskol. Sen ve senin gibiler. Çıkarttıkları ses kendi sesleri değil, benim, senin ve birçok kişinin sesiydi. Üç kuruşla günlerimizi geçirmemizi bekleyen patronlara hatırlatmamız gereken vicdanın sesiydi. Bunu aklından çıkartma Raskol.

–Karanlık kuyuya istediğin kadar bağır o sesin yapacağı tek şey sana geri gelmek olacak.

Vasilyeviç arkadaşına acıyarak baktıktan sonra önündeki işe başlamak için nasırlaşmış ellerini uzattı. 

Paydos vakti gelmişti. Çalışanların hepsi yevmiyelerini alıp birer birer fabrikanın çıkışına doğru yürüyorlardı. Çıkışa gelen Vasilyeviç, çevresinde bulunan insanların yüzlerine bakarken düşüncelere dalıyordu. Ve o sıra fabrikanın önünde trenin gelmesini bekleyen kalabalıklar içerisinde kamburu çıkmış, kısa aralıklarla öksüren, kırışıkları ve solgun yüzü nedeniyle ölü bir bedeni andıran yaşlı bir adam Vasilyeviç'e doğru yürümeye başladı ve yanına gelerek:

–Onların hepsi ölü evladım. Yaşayan ölülerdir. Yüzlerinde aradığının şey her ne ise onlarda yok, dedi. 

–Aradığım hiçbir şeyi bulamadım çevremde. Aramadığım yalnızlıktan başka. Ama senin yüzünde farklı bir şey var, dedi ve yaşlı adamın yüzüne bakmaya devam etti. 

Cevap vermek için ağzını açan yaşlı adam trenin sesi ile sustu ve dikkatini durmak üzere olan trene yöneltti. 

Çalışanlar yorgun bir halde trene binip boş buldukları sert tahtadan koltuklara kendilerini atıp hareket etmesini bekliyorlardı. Kısa bir zaman sonra Vasilyeviç inmesi gereken yere ulaşmıştı. Trenden inerek evine doğru gitti. Odasında bıraktığı bardağa şişede kalan votkayı boşaltıp içtikten sonra yatağa uzandı ve gözlerini kapadı. 

–Yüzümde gördüğün farklılık ne Vasilyeviç?

Gelen ses doğrultusunda irkilerek gözlerini açan Vasilyeviç karşısında ayakta durmakta olan Nikola’yı gördü. 

–Korkuttun beni Nikola, dedi ve aynadan gözüne yansıyan ışığı engellemeye çalışarak devam etti:

–Neyden bahsediyorsun Nikola?

–Gördüğün yüzlerden Vasilyeviç.

–Sen nereden biliyorsun gördüklerimi Nikola? 

–Ruhuna yerleştirdiğin zehrin sahibiyim Vasilyeviç.