Aklıma her geleni söylemek zorunda değilmişim, öyle dedi babam. İnsan aklına her geleni söylerse evin içinde tartışmalar artabilirmiş. Huzur, göz ardı edebilmekten geçiyormuş. Kendimi sorgulamaya başladım, çok kısa sürdü. Sorgulama hemen kendimi suçlamaya evrildi çünkü. Dünyada çıkan tüm savaşların sebebi benmişim gibi hissediyordum. Alınacak birkaç şey vardı, onları almak için evden çıktım. Aslında acelesi yoktu hiçbirinin, ama başlattığım savaşın ortasında daha fazla savunmasız duramazdım. Yürüdüğüm yolları ayaklarım ezberlemişti. Aklımı sadece kendimi suçlamak için kullanıyordum. Evet, kardeşimin hatalarını görmezden gelebilirdim. Evet, annemin de yanlışları olduğunu ve bunları gördüğümü kimseye söylemeyebilirdim. Hatta en çok anneme söylememeliydim. Ama söyledim. Acı bir gözyaşı döküldü yanaklarına. Savaş kanı gibi geldi bana yanaklarına akan. Kendime karşı başlattığım savaş sürerken eski bir arkadaşımla karşılaştım. Görmeyeli uzun zaman oldu, dedi. Evet evet, diye geçiştirmek istedim. Geçiştiremedim. İşim yok haydi gel bir kahve içelim, teklifi evdeki her şeyden daha güzel gözüktü gözüme. Oturacağımız kafeye doğru yürümeye başladık. Yürürken düşündüğüm tek şey, oturduğumuz süre boyunca çok az konuşmam gerektiğiydi. Sadece dinlemeliydim. Dilim kılıca benziyordu artık gözümde. Karşımdaki düşmanım değildi. Kafeye oturduğumuzda rahatsızlığım daha da artmıştı. Yolda konuşmamam normal karşılanabilirdi ama burada biraz tuhaf kaçıyordu doğrusu. Sorulara tek kelimelik cevaplar veriyor, olabildiğince kaçıyordum. Arkadaşım bir bebekleri olacağından bahsetti, baba oluyordu. Dayanamadım, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ne olduğunu anlayamadı, sakince ve sabırla ağlamamın bitmesini bekledi. Ağlarken bir yandan da karşımda aslında iyi bir arkadaş oturuyor, diye düşünüyordum. Nefes alışverişlerim düzene girince her şeyi bir çırpıda anlattım. İnsanlar kötü şeyleri duymayı sevmezler, dedi. İnsanlar kendileri hakkında kötü şeyler söyleyen kim olursa olsun kabullenemezler. Ağlamam durmuştu, ben kabul ediyordum. Ben, benim hakkımda söylenen her kötü şeyi kabul edip kendime kinleniyordum. Ben insan değil miyim, diye geçirdim içimden. Bunu söyleyemedim. Kafeden kalktığımızda başım dönüyordu. Yürüdüğümüz yolları geri dönmek için tekrar yürürken tanıyamadım. İlk defa geldiğim bir yer gibiydi yıllardır geçtiğim cadde. Arkadaşıma teşekkür edip ondan ayrıldım. Ne yapacağımı bilemiyordum. Gidip bir bankta saatlerce otursam ne olacaktı? Çözümü olmayan bir hastalıkla yaşıyormuşum gibi hissettim. En iyisi gidip kendi yatağımda ölmekti.