Kendini yalnızlaştırma başka, yalnız bırakılma başkadır. İlki, ikincisi kadar acı vermez ya da kötü hissettirmez. Belki yalnızlığı dolaylı ya da doğrudan seçen kişi sen olduğundan, belki de ufak bir insan detoksu gibi hissettirdiğindendir. Fakat ikincisi, yalnız bırakılma, biraz acı veriyor. Bir fazlalık, olmaması gereken bir çöp parçası gibi hissettiriyor. Karman çorman bir salatanın içine sıkılmış bir ketçap gibi hissediyorsun kendini ve işin kötü tarafı suçu yine kendinde buluyorsun. Kafandaki main karakter sen olduğundan iyi ya da kötü şeylerin tüm sorumlusu senmişsin gibi geliyor sürekli fakat öyle değil. İnsanlar seni istemeyebilir, sevmeyebilir ya da işlerine yaramıyor olabilirsin. Onların yanında olduğun vakit etrafındakiler üstlerine bir kara bulut çökmüş kadar kasvetleniyor olabilir. Tolere edip anlayışlı olmayı öğrenmen gerekir. Dünyada milyarlarca insan var bu yüzden herkesin seni sevmesini bekleyemezsin, büyümelisin. Sen bir palyaço değilsin, dünyaya insanları memnun etmek ya da eğlendirmek için gelmedin. Hoş, öyle filmler dönüyor ki artık etrafımızda her geçen gün palyaçoları bir eğlence aracı olarak görebilen insan sayısının azaldığına adım kadar eminim. Her neyse, demem o ki kendi elini tutmayı bırakmadığın sürece yalnız değilsin. Varsın ve oradasın. Kalbinin etrafına ördüğün koca duvarların arkasındasın. Görünmez olduğunu sanıyorsun fakat oradaki sen, aldığın nefesten, kırılan kalbinden ve akan gözyaşlarından besleniyor.


Belki gecenin bir köründe yere çökmüş ağlıyor, belki her çektiğin nefeste ölmeyi dileyeceğin kadar kötü bir günün şekerleme sigarasını içiyor, belki de tavanı seyretmekten yorulup farkında olmadan uykuya dalıyorsun. Sen nerede, nasıl ve ne halde olursan ol bir yerlerde birileri gözyaşlarına, uykuna ve sigarana eşlik ediyor. Unutma, her zaman senin tarafında olan birileri var. Yalnız değilsin, aynı takımdayız.