Bir sabah uyandığında yatağın diğer kısmının soğuğuyla ürperdi adam. Bu soğukluk parmaklarına yabancıydı. Hayır, bu soğukluk ilk defa hissettiği bir duygu değildi. Bu yatakta yatacak kadar kafasını dağıttığı gecelerin sabahında, hep bu soğukluk bulaşırdı teninde. Önce ağır bir küfür eder, geceden kalma olduğundan ötürü başını ovalardı. Yine aynısını yaptı. Cenneti kendine haram kılacak kadar hakiki bir küfür savurdu, zaten cenneti kendine hak olarak görecek şeyler yapmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Yaklaşık olarak parmakları yatağın diğer tarafına uzandığında sıcak bir beden bulamadığı o sabahtan beri... Cılız bedeni yatakta usulca doğruldu. Yatak başlığına dayadı sırtını. Yatağın yanındaki komodinde gece içtiği içkinin şişesi devrilmiş, dibinde azıcık kalan sıvı usul usul komodinden süzülüp halısız parkede küçük bir birikinti oluşturmuştu. Yeni devrilmişti büyük ihtimalle. Hâlâ birikintiye damla damla akıp boş sayılabilecek odada hafifçe ses çıkarıyordu. Umursamadı. Yataktan çıkıp odasının karşısındaki banyoya girdi. Elini yüzünü yıkadı. Tekrar banyodan çıktı. Kan çanağına dönmüş gözleri bir zamanlar hiç çıkmadığı çocuk odasına kaydı. Elindeki kapının kulpunu sıktı, parmak boğumları bembeyaz kesildi. O odaya yürüdü. Kapıyı usulca açtı. Açık mavi duvarlar, beyaz beşik ve artık soluk alamayan çocuğunun diğer tüm eşyaları... Yutkunmak istedi, sadece put gibi dikildi. Karısının ve çocuğunun neşeli kahkahaları bu odayı inletir, zaten bu seslere uyanırdı hep. Karısı erkenden kalkıp çocuklarının yanına gider, onunla ilgilenirdi. Bu gidişlerde bile, eli karısının yerine uzandığında, ne kadar zaman geçerse geçsin sıcak bir çarşafı avuçlardı. Düşündü. Ölümün yarattığı yokluk hissine katiyen alışamamıştı, bu bambaşkaydı. Her gidişe alışabilirdi, ölümünkine alışamamıştı. Takvimler azalmış, bitmiş, tekrar başa sarmıştı. Uzun zamandır bu döngü bozulmamıştı. Her gidişin bir dönüşü olurdu elbet. Ölümlüye kavuşmak mahşere kalmıştı. Bir insan mahşeri böyle yoğun bir istekle bekler miydi? Kavuşması gerekenler varsa, beklerdi.