Bulantı


Emin, 517.00722022


—Aradığınız kişiye şu an...

—Aradığım kişiyi sikeyim.

—...ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyin…

Bir saattir arayıp da ulaşamadığı arkadaşına sinir oldu. Başka işi mi vardı sanki? Bu saatte hala uyuyor bile olabilirdi. Çocuk gibi davranıyordu. Aynı dondurması elinden alınmış bir bebek gibi oturup ağlamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu kadar büyük bir işe böyle çocuksu bir adamla girmek akıl kârı mıydı? Sanırım değildi ama bu kararı vermek için artık geç olmuştu. “Gözcü” hakkında yeni gelişmeler vardı ve bir an önce çalışmaya devam etmeleri gerektiğini düşünüyordu, ama salak arkadaşına ulaşmaktan bile acizken ne yapabilirdi ki? Deniz telefonu açmadığı için şimdi kapısına kadar gitmek zorunda kalmıştı, varını yoğunu yatırdığı projeyi terk edecek hâli yoktu ya. Ama bunun acısını Deniz’den çıkaracaktı. Suratının ortasına bir tane kapatabilirdi belki. Bu düşünceyle biraz olsun rahatlarken adımlarını sıklaştırdı ve apartmanın olduğu sokağa doğru döndü.


Deniz, 517.00722022


dzzt. dzzzt. zzzt.

Telefonu hayatı boyunca tütün içmekten ciğerleri sönmüş yaşlı bir adam gibi hâlâ daha sesini duyurmaya çalışıyordu. Bir bakıma sinir bozucuydu bu, bir yandansa üzücü, acınası. Belki de sırf işini yaptığı için kızmamalıydı telefona, ya da kendisine ulaşmaya çalışan arkadaşına. Bu saçma düşünce bile ağır gelmişti ona. Özür dilemek istedi telefonundan. Siniri bozuldu, "Telefonların duyguları yoktur! Saçmalıyorsun!" Derin bir nefes alıp kafasını kaldırdı. Boş... Beyaz... Duvarlar... Aynıydılar, buraya ilk geldiği günden beri etrafını sarıyor, kafasının üstündeki tavanı yerinde tutuyorlardı. Ama artık ona dar geliyorlardı. Sanki yalnızlığını, değersizliğini boğazından aşağı sokup ona işkence ediyorlardı. Her gün aynı koltukta uyuyup, uyanıp duvarları izlemek, çalışmadığı bütün zamanı bu iğrenç evde bu iğrenç duvarlar arasında geçirmek, kendi evinde olduğu halde özgür olmaktan çok hapsedilmiş hissettiriyordu ona. Sessizliği fısıldıyordu ona duvarlar. Kendisini hapsettiği bu yalnız özgürlüğünden, çaresiz umudunun işkencesinden kaçmanın başka bir yolu olmadığını söylüyorlardı. Belki de o, sadece dinlemeye karar vermişti.

Cebindeki pakette kalan son sigarasını çıkardı. Çakmağı çakıp dumanı içine çekerken gözlerini kapattı. Sessizliği kabullenmek ona kendisini biraz olsun huzurlu hissettirmişti. Ne yeni bir paket sigara alması gerekiyordu, ne fatura ödemesi, ne de bir seneyi aşkın süredir uğraştığı salak projeyi bir daha düşünmesi gerekiyordu. Projeyi düşünmemek fikri aklından geçerken öteki salak projesi bıçak gibi saplandı zihnine. Biraz önce sigara dumanıyla birlikte vücuduna dolan huzur hissi yerini öfkeye bıraktı. Kaşlarını çatıp gözlerini açtı ve dumanı dolabın üstünde duran tipsiz saate doğru üfledi.

—...

Azıcık iyi hissetse kendini, bu saat ne kibirli duruşunu ne de üstündeki sayıyı bir an olsun değiştirmeden saldırıveriyordu Deniz'e. Başarısızlığını fısıldıyordu ona. Sürekli ne kadar acınası olduğunu hatırlatıyordu. Bir saatten çok, fazla sofistike bir geiger sayacı sayılabilirdi aslında. Belki de saat yerine sayaç demelilerdi ona. İlk çalıştırdıkları günden beri hiç değişmemişti. Sürekli aynı sayı yazıyordu üstünde. 517.00722022. Teoride bir dizi olasılığın sıralanması halinde evrenin yapısı gereği değişmesi gerekiyordu saatin. Ama kaç takla atarlarsa atsınlar sunum yaptıkları adamların onlarla geçtiği dalgalar dışında bir şey geçmemişti ellerine. 517.00722022. Sürekli aynı sayı... Ne yaparsa yapsın yoluna koyamadığı hayatını, çaresizliğini anımsatıyordu ona. Bu lanet saat de ne yaparsa yapsın değişmiyordu sonuçta. Belki gerçekten çalışan bir şeyler yapabilseydi çok farklı bir yerde olabilirdi. Belki zavallı bir aptal olmasa ne bu sefaleti çeker, ne de sevdiğinden olurdu. Hayatını kendi elleriyle yıkmış, her şeyini bir bir aynı ellerle kaybetmişti sonuçta. Şimdiyse yalnızca bitmek üzere olan sigarası ve rahmetli babasının beylik tabancası vardı ellerinde. Kaybedebileceği ise sadece hayatı... Sigaradan son nefesini çekip söndürdükten sonra silahı kafasına dayadı. Gözlerini son kez onun için sonun başlangıcını ifade eden saate çevirdi. 517.00722022. "Hiç istifini de bozmaz." Belki de son anda adi bir oyun oynardı ona. Korkunç bir şaka yapardı ve Deniz de patlayan mermi yerine saatin lanet sesini duymak zorunda kalırdı. Başarısızlığının gerçeklikten öte olduğunu söylerdi ona. Bu gereksiz düşünceyle birazdan boşalacak olan kafasını doldurmanın saçma olduğunu düşündü. Parmağını tetiğe yerleştirirken, aptalca da olsa Emin'den ve duvara fırlattığı telefonundan özür dilemek istedi. Gözlerini kapatıp tetiği çekti.


Emin, 517.00932297


Gözlerini açtı. Korkunç bir rüyadan uyandığını hissediyordu. Biraz ters yatmıştı, gece boyu çektiği rahatsızlığın etkisindeydi hâlâ. Yatağını severdi aslında, başka bir yerde yatmayagelsin hemen yerini yadırgardı. Sahi bugün neden bu kadar rahatsızdı yatağı? Boğazı ağrıyordu. Uykusunda birilerine bağırmış, ya da daha mantıklısı horlamış olabilirdi. Tepedeki ışığı engellemek isteyerek kaldırdı elini. Biraz daha uyumak iyi gelirdi belki. Kolundaki serumu da çıkarsa rahat bir uyku çekebilirdi.

—Ha?!

Ani bir hareketle kalktı yerinden. Etrafa baktı. Beyaz duvarlar, rahatsız edici bir ışık, kullanışsız bir televizyon ve serum askısı. Hastanede ne işi vardı? Buraya nasıl geldiğini hatırlamak için zorladı kendini. Başı zonkluyordu. Kafasını ellerinin arasına almak istedi. Sol eli şıngırdayarak geri çekti onu.

—Ne?

Anlayamıyordu. Ne yapıyordu, burada ne işi vardı? Kriz geçirmek üzereydi. Bir yandan sol elini zorluyor bir yandan delirmiş gibi bir o tarafa bir bu tarafa bakıyor, neden burada olduğuna dair bir cevap arıyordu.

—Ne işim var burada?

İçeriye bir hemşireyle birlikte üniformalı iki adam girdi. 

—Sakin olun Emi...

—Neredeyim ben!

—Sakin olun lütfen iyisiniz E...

—Neden buradayım!

—Sağlık ekipleri sizi yerde baygın buldu. Şok geçirmişsiniz.

Şok... Ne şoku geçirmişti? Sahi dün gece ne olmuştu? Tekrar sıkıştırmaya çalıştı kafasını, eli gelmiyordu hâlâ. Kafasını kaldırıp adamlara baktı. Polislerin burada ne işi vard...


Önceki gece ne olduğunu hatırladı.


Emin, 517.00932297


Apartmanda yankılanan silah sesi kanını dondurdu. O ses Deniz’in dairesinden mi gelmişti? Vücudunu saran korku ve adrenalinle merdivenleri koşarak çıktı.

—Deniz? Deniz! Aç şu kapıyı! Ne yapıyorsun sen!

Kapıyı yıkarcasına yumruklamasına ve avazı çıktığı kadar bağırmasına rağmen içerden tık yoktu. İlginç bir şekilde daha az önce tüm apartman patlayan silahın sesiyle inlese de merak edip dışarı çıkan kimse yoktu. Çaresizce etrafına bakındı. Yardım edebilecek bir kişi bile yok muydu? Kimse mi korkmamıştı? Kafasını sallayıp düşüncelerini dağıttı. Bunun için vakit yoktu. Bir kaç adım geriye çekildi, omzunu hizalayıp bütün gücüyle kapıya koştu.

Taaak!

Kapı gürültülü bir sesle kilit yuvasından sökülüp duvara çarparken Emin de yere yuvarlandı. Sızlayan omzunu umursamaksızın arkadaşını görmek arzusuyla hemen ayağa kalkıp odaya koştu.

—Deniz?

—....

Yerde yeni patladığı belli bir tabanca, üstündeki kanın sahibinden habersiz yatıyordu. Hemen üstünde kendisini yere bırakan ruhunu yitirmiş eller ona doğru sarkıyordu. Beyin parçalarıyla sıvanmış dolabın üstünden kan damlaları, artık gidecekleri bir yer olmadan süzülüyordu. Arkadaşının yarım kafası taşımış olduğu ruhtan bihaber yere doğru yığılmış, içinde kalan birkaç parçayı döküyordu. Gözleri açık ve sağlam olmasına rağmen bütün bedeninden daha cansız, boş bakışlarla yeri seyrediyordu. Emin donakalmıştı. Sadece bakıyordu Deniz’e. Koltukta kanlar içinde korkunç bir şekilde dağılmış olan ceset arkadaşına ait olamazdı. Gördüklerini anlayamadı, iğrenç bir şaka mıydı bu? Gerçek olamazdı. Başı dönüyordu. Midesi ağzına gelirken istemsizce yere çöktü. Ne çeşit bir kâbustu bu? Çınlayan kulakları bir siren sesi duyar gibiydi, midesini halıya boşalttı ve kendini yere bıraktı. Sesler yaklaşırken, bilinci terk etti onu.