İki lekeydik birbirine dağılan ve asidik rüyalarda bile eşine rastlanmayan bir renk yaratan. "Bu ağaçta çok nizami bir kargaşa var" diyerek yürüdüğüm içinin ormanında, tıpkı bu oksimoron yol gibi, varıyorum tütün sardığın masalara. Yaşamak hep tuhaf bir alışkanlıkla asıldı boynumda. Çakır dikeni gibi kuşatıcı, yerleşiyorsun alana. Tanımıyorum seni, biliyorum henüz yalnızca ve belki götürüyorsun beni benzersiz kıyımlara. Geliyorsun aheste ve şikeste -hayata- , elinde graffitilerin, azılı yeşillerin, izafi çizimlerin ve konuşulacak savlarınla. Hani sana "içindeki ormana bir ağaç daha dikebilmek adına" diyerek bir şey vermiştim, su döküyorum şimdi o fidana. Ahengi bırakıyorum sol tarafa. Canlı bir gömütü andıran çehrenden his yansımaları geçtiğini görebiliyorum. Göksel vizyonların yarattığı boşluklarda sesini duyuyorum, hiçbir şey söylemeden içeri almak istiyorum. Seni tutuyorum, berhava edilmiş bir 'iç' kente getiriyorum, en işinin ehli semantikçinin anlayamayacağı bir dilimiz olsun istiyorum. Bencileyin bulanık, bencileyin bir kaşıntıya komşu. Bütün bunları, başka birçok şeyi de bırakıp, ortaçağdan kalma montlarla, tinsel adımlar atarak benimle çizginin dışına çıkar mısın?