Yine buradayım, bu eski tahta kapının önünde. Uzun zamandır gelmemek için direndiğim bu kapının eşiğinde buluyorum kendimi. Parmaklarıma kadar bir elektriklenme hissediyorum, bedenimin içinde hiç kullanmak istemediğim bir yer beni buraya getiriyor. Kapıya yavaşça vuruyorum. Semiha Hanım’ın ayak seslerini duyuyorum, o an bir heykel gibi hissizleşiyorum. Semiha Hanım bana bakıyor, sanki yıllardır beni bekliyor; gülümsüyor, sımsıkı sarılıyor Meryem’in İsaʼya sarılışı gibi, panikle "İçeri gel," diyor.
Aklım duruyor, bir asker gibi emirleri yerine getiriyorum, "Otur," diyor, "bir şeyler ister misin?"
Kafamı sallıyorum, gözlerimin etrafı süzmesine engel oluyorum. Ruhumun fotoğraflara takılı kalmasını istemiyorum. Semiha Hanım’ın gözlerine bakıyorum, Allahʼım! Bilgeʼyi görüyorum, aynı yeşillik; sanırsın Adem boyamış bu gözleri. Semiha Hanım sessizliği bozuyor, "Seninle gurur..." diye lafa başlıyor, gözlerindeki parıltı konuştukça artıyor. "Nasıl da güzeldin, keşke Bilgem de görse," diyor, o an bütün dünya yok oluyor sanki; bir ses, bir boru sesi bütün dünyayı tepetaklak ediyor. Allahʼım, insan bu acıya nasıl dayanır? Hem Bilge görse benimle övünürdü, "Yatmadan üç kere adını söylüyorum," demişti. "O ne demek Bilge?" dediğimde "Eski bir gelecektir," demişti, gülmüştük. Semiha Hanım "Anlat," dedi, "canını sıkan nedir?" Önce biraz bekliyorum, Semiha Hanımʼı korkutmak istemiyorum, biraz ısrar edince "Semiha Hanım, rüyalarımda sürekli ölümümü görüyorum," diyorum. Semiha Hanım irkiliyor, "Korkmayın," diyorum, "ama bu ölümler çok garip, ruhuma kadar işleniyor, yani o acıyı hissediyorum." Semiha Hanım bir dua okuyup ellerine üflüyor, sonra omuzlarıma sürüyor. "İşin garibi korkmuyorum, içimde en ufak korku belirtisi olmuyor, sanki ölümünü planlayan birinin intihar etmesi gibi." Semiha Hanım "Sus," diyor, "Merak etmeyin," diyorum, "yaşamı her adem gibi seviyorum," deyip gülümsüyorum.