Çocukluğum annemle babamın bitmek bilmeyen kavgalarının arasında geçti. Çok içerdi babam. Eve gelir, kapıyı çarpardı. Bağırmaya başlardı. Gözü hiçbir şey görmezdi. Öyle bağırırdı ki apartman başımıza yıkılacak sanırdım. Öyle söverdi ki benim mektuplar yazdığım, hep merak ettiğim Tanrı'ya, sabah kalktığımda babamı bir yaratığa dönüşmüş olarak bulucam sanırdım. Öyle korkardım ki kalbim ağzımdan çıkacak, oracıkta ölüvereceğim sanırdım. Hiç biri olmadı. Daha kötüleri oldu. Apartmanlar benim içimde yıkıldı. O korktuğum yaratığa ben dönüştüm. Kalbim ağzımdan çıkmadı ama şimdilerde korkuyla kaplanıyor binlerce kere.

Bir keresinde ben çok küçükken babam bana küçük mavi bir araba hediye etti. Hediyeyi verirken sarhoştu. Neler söyledi hiç hatırlamıyorum. Ne düşündüğümü hatırlıyorum. Dedim ki babam bana araba aldı. Erkek olmamı istedi belli ki. Ben erkek olsaydım beni severdi. Naptıysam sevdiremedim kendimi. Sevdiğini duydum ağzından, ağladığını da gördüm, vicdan azabı çektiğini bildim. Hepsinde sarhoştu. Hepsinde ağzı alkol kokuyordu. Bir kıymeti olmadı. Liseye kadar ağzımdan baba kelimesi çıkmadı. Babama baba diyemedim. Sadece o çok sarhoşken, ben kendimi balkondan atıcam diye bağırırken bacağına yapışır baba yapma diye ağlardım çocukken. Onun haricinde babama baba diyemedim büyüyene kadar. Neyse ne işte. Ben bunları niye anlattım ki durduk yere? Öyle, içimden geldi.

Herkes beni anneme benzetir. Ben aynaya baktığımda babamın gözleriyle karşılaşıyorum şimdilerde. Onun kadar mahcup ve tükenmiş bakıyor gözlerim. Neredeyse 25 olacağım, o ise 50'lerin sonlarında. Aramızda yıllar var fakat daha fazlası. Aramızda dağlar uçurumlar var. Demem o ki kız çocuklarının ilk aşkı babası değildir bazen de. Bazen o aşkı bulmak için debelenir durur da o duygular paçavra olup yerlerde sürünür, yine de bulamaz aradığı aşkı. Hep arar, hep uğraşır, yine yatışmaz içi.