Ben birdim, tektim. Ellerinde büyüdüm.
Bazen sevildim, bazen söndüm.
Bazen ağladım, Bazen güldüm.
Bazen vardın, Bazen yoktun.
Küçük, kırık, siyah beyaz anılarda resimler film şeridi gibi gözümün önünden geçer. Yorgun argın, yıpranmış... Sevmeye mecali kalmamış. Eve ekmek getiren, akşama kadar beklenen insandın sen. Annemin arkadaşı, sırdaşı, benim aşkımdın sen. Ne var ki akşamlar solan çiçekler gibi olurduk biz. Yılgın ve yorgun hallerini anlayamadık baba. Hep başımın okşanmasını bekledim senden. Öyle ki aferinler iyi puanlardan sonra gelirdi, benimle ilgili büyük hayaller kurardın, ben de dinlerdim. Bu leş, koca dünyaya katlanma sebebinin beni kurtuluşun olarak görmen olduğunu anlayamadım ben. Seni öylece izledim yıllarca, içimde yıllanmış ve aynı zamanda kanıksanmış bir öfke vardı.
Meğer varlığım yetmemiş, sevmek sadece eve ekmek getirmek, başımızın üstünde bir çatı olması, karın tokluğu değilmiş.
Bir baş okşamasına 27 yıl hasret kalmışım ben. Ya da şükretmeyi hiç bilmemişim. Yıllar geçtikçe, ben olgunlaşıp sen çocuklaştıkça, biz gitgide ayrıldıkça, sen nedenleri sorguladıkça, ben içimdeki koskoca boşluğu kapatmak için uğraştıkça haykırdı gözlerimiz.
Baktım ki soluk soluğayım, kilometrelerce koşmuşum, bir de tuttuğum nefesimi hiç bırakmamışım.
Delicesine peşinden koştuğum başarılardan içimdeki boşluğa yama yapmışım ama bu boşluk kapanmak bilmemiş baba.
Ta ki bir gün, içimdeki boşluğun senin de benim de sırtımızı döndüğümüz içimdeki küçük çocuk olduğunu keşfedene ve sizler tarafından ömrümce koşullu sevgi gördüğümü öğrenene kadar...