Pencerenin perdesinin gölgeleri bile tahammülsüz hissettirebiliyordu. Sigaranın dumanından beyazlığını yitirmeye başlayalı uzun sayılabilecek bir zaman dilimini de geride bıraktığımız günlerin biriydi.

Salı belkide çarşamba işte. Günlerin önemini yitirmesi çok uzun yıllar öncesine dayanıyordu. Hani o meşhur pazar günlerinin bitişine. Pazartesi okul hazırlığı, heyecanı, yılgınlığı ya da. Ev ahalisinin aynı gün yıkandığı gün işte. Banyo kazanları odun eşliğinde yakılır. Bizde annem yakardı. Sebebini hala anlamıyorum aslında babam dururken annem neden yakardı. Bildiniz mi o günleri? Cehennem gibi olurdu banyonun içi. Yıkandıktan sonra bedenini hissetmezsin hani, öyle bir gevşersin ki. Hele birde odun sobasının cayır cayır yandığı salona o koltuğa uzandın mı? Pancar gibi yüzünle orada sızmamanın ihtimali kalmazdı. Televizyona bakarken uykular alemine tatlı istemsiz bir şekilde geçerdin.

O günler geçtikten sonra günlerin hiçbir anlamının olmadığını anlamaya başlıyorsun.

Sonra birdenbire büyüyorsun istemsizce. Her çocuk büyümek istermiş. Ben hiç büyümek istemedim. Hiç. Orada kalmak istedim hep. Çocukluğumdan keyif aldığımdan filan değil ha. Zamanın insanlara nasıl davrandığını gördüğümden. Sevdiklerinin saçlarına ak düşmesini görmek istememekten. O bilinen, ama asla akla getirilemeyen, bir defa doğmuş insanların ölüme yaklaşma kısmını istemediğimden. Çocukluk işte, böyle garip hayallerin ortasında yaşadım. Hayal kurmanın o tarifsiz hazzının farkına varmamda çok erken oldu sanırım.

Ama hayallerde yıkılabiliyormuş. Onu da çok erken öğrendim. Hayal kırıklığının nasıl acı bir his olduğunu anlamak o yaşlarda ağır geldi. Gerçi büyüyünce geçmiyormuş. Hayal kırıklığı her dönemin vebası gibi. Yok edilemiyor. Bir panzehiri yok. İnsan nasıl hayal kırıklığına uğrar? Kurduğu hayallerin yıkılmasıyla, güvendiği asla böyle yapmaz dediği birinin o davranış biçiminde paramparça olabilir. Bin ton hayal kırıklığı var.

Kuzenim ve ben bir pazar günü oda da tek başına için eniştemin yani kuzenin babasının yanına geçmiş bulunduk. Çünkü bizi çağırmıştı. Sıkıysa gitme. Neredeyse bir büyüğü yarılamış elinde tekel 2000 sigarası, oturttu bizi yanına.

Kafası güzel elbette. Konuşmasından anlaşılıyor. Çok nadir bozardı alkol kendisini. Şöyle bir lafı vardı, ben bu rakıyı içiyorum. Ama beni içmesine izin vermem. Bunu unutmayın ve asla sizi yenmesine izin vermeyin derdi. Biraz sert olacak belki ama, kendini bozacağını anladığında, bardağında rakı varsa bile, o bardağı alır avluya çıkar su giderinin orada rakıyı döküp bardağı kırardı. Garip değil mi?

Kuzenime döndü, bak oğlum dedi siz kuzen değil kardeşsiniz ama deyip ayağa kalktı, cüzdanını çıkartıp masaya vurdu. Sizin tek dostunuz bu cüzdan ve içindekiler dedi. İçi boşsa dostunuz yok, içi doluysa dostunuz çok olur dedi. Siz kardeş olsanız bile bunu böyle bilin dedi.

Tamam bir yandan gerçek ve doğru. Ama hayat öyle mi? Benim ve gerçekten kardeşim olarak gördüğüm kuzenin ilişkisi bu mu olacaktı. Öyle kötü hissettim ki, başımın döndüğünü kalbimin atışının hızlandığını farkettim.

Anason kokusu ağırdı belki ama rakı içmemiştim. Bu yeni bir histi. Bedenimi hissetmediğimi farkettim bir an da olsa. Canım yandı işte ya. O gece bir süre sonra bitti. Yatağımda tavana bakarken düşünmeye başladım. Normalde güzel hayaller kurup belki bir kaç sayfa bir şeyler okuyup zorda olsa uykuya öyle dalardım. Hayal kırıklığım öyle büyüktü ki. Büyümemeyi bir defa daha dilediğimi çok iyi hatırlıyorum.

Neredeyse uyumadan okuluma gittim. Etrafıma öylece bakıyordum. Aklımda kalbimde tek bir his vardı. Acıydı o his. Gerçekti belliki.

Akşam oldu. Babama baktım. Çok iyimser bir adamdır benim babam. Onun her zaman söylediği bir cümle vardı. Ama o kadar çok söylerdiki. Benliğime ruhuma işledi. Her şey para değil oğlum. Bu hayattaki tek gerçek şey ailedir ve sevgidir. Babama çok şey anlatmazdım. Ama öyle bir hayal kırıklığım vardıki. Paylaşma ihtiyacı duydum. Belkide hayır oğlum öyle değil demesini düşlediğimden ya da o cümleye ihtiyaç duyduğumdandı. Beni gülümseyerek dinledi. Eniştem ayrıca babamın dayısı oluyordu. Aynı aileden evlenmişlerdi. Bak oğlum dedi, dayım haklı. Ama kuzeninle böyle olmazsınız. Ailenle böyle olmazsın. Ve birgün seveceksin, sevdiğinle böyle olmazsın.

Her şey para değil diye başlayıp, o meşhur cümlesini söyledi. Birazda olsa rahatlamış hissettim. Hayal kırıklığım geçmiş içim aydınlanmıştı sanki.

Yirmili yaşlar, otuzlu yaşlar geldi geçti.

Hayatın içinde var olabilmenin o karmaşası içinde her zaman babamın o meşhur sözünün arkasında durdum. Her defasında hayal kırıklığına uğradım. Her defasında canım yandı. Şimdilerde düşünüyorum. Benim babam oğlum bu hayatta her şey para değil sevgidir. Demeseydi. Onun yerine oğlum sevgi yalandır, aldatmacadır tek gerçek paradır demiş olsa, bu kadar hayal kırıklığım olur muydu? Bilemiyorum. Ama olmazdı sanırım.

Gerçi o zaman bir çiçeğe bakarken o hissettiğim mucizeyi hisseder miydim?

Ya da bir sevginin ortasında ellerini tuttuğum gözlerine baktığım derinlerinde kaybolduğum kişinin sevgisinden bir tat alabilir miydim?

Her şey babamın suçu belki de. Belki de hr şey onun sayesinde.