Babamı kaybettiğim gün, babamla az da olsa geçen anılarımın kaybolduğu gün oldu o gün. Babam sert mizaçlı, sevdiğini pek belli etmeyen bir kişiliğe sahipti. Çocukluğuma dair hatırladığım baba oğul, klişe sevgi yumağı gibi durumların, bizim ortamda yaşandığını hatırlamıyorum desem yeridir. 

Buna karşın biz çocuklarını içten içe sevdiğini, gözlerinin derinliklerinde görürdüm. Baba dediğin çalışır, eve ekmek getirir. Öyle çocuklarla zaman geçirmekmiş, parka götürmekmiş, sohbet etmekmiş, olmazdı kitabında. Ama idolümüzdü babamız. Onun gibi yürür, onun gibi oturur, onun gibi konuşmaya çalışırdık abimle. İlkokul 4. sınıfta iken ağır bir grip ve soğuk algınlığı geçirmiştim. Bu nedenle Ankara hastanesinde iki hafta süreyle yatmam gerekti. Babamın bana bakışlarını, gözlerinin nemlenmesini bugün bile net hatırlarım. Beni hastane odasına kucağında götürüp yatağa yatırması ve yatırdıktan sonra alnımdaki terleri silmesi asla hafızamdan silinmeyecek izlerdendir. 

Bir çoğunuzun "Ne var bunda, babadır, tabii ki ilgilenecek, götürecek." dediğini duyar gibiyim. Ne yalan söyleyeyim, o çocukluk bakış açım ve ruh halimle babamdan böyle sıcak bir davranış beklemiyordum.

Yıllar sonra çocukları olarak büyüdük, hayatın çarklarında birer mesleğe tutunduk. Bu arada yıllar sonra babamız yakalandığı kronik şeker hastalığı sonucu iki ayağını kaybederek tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu.

Abimle beraber babamı tekerlekli sandalyeden yatağına yatırmak ve tekrar sandalyesine yerleştirmek günlük rutin işlerimizdendi. Zor bir süreçti... Babamızı böyle görmek bize inanılmaz acı veriyor ama belli etmemeye çalışıyorduk. Kendisini sanki bize yük olmuş gibi hissediyordu. Biz bu hissi duyumsayabiliyorduk.

Son aylarını hastanede geçirdi. Onu kucaklayıp yatağına yatırdığımız bir gün her yeri ter içinde kalmıştı. Eğilip alnındaki terleri sildim. Göz göze geldik bir an, gözleri doldu.

O gün ilk ve son kez alnındaki terleri silmiştim.