Neden hep yapacağım diye diretiyor ki bu çocuk? Anası da böyle bunun. Anlamıyorum ki anasının benden tüm istediklerini yerine getiriyorum. Çocuk doğduğundan beri ne zaman bir karar vermemiz gerekse tartışma anasının kelimeleriyle başlayıp yine onun kelimeleriyle son buluyor. Ben hep kendimden önce ikisi için yaşıyorum bu hayatı, neden bunu anlamıyor ki? Belki de hata bende... Beni on yıldır tanıyamamış bir insanla hayatımı birleştirdim. Gerçi onun da kendi hayatından bir saniye bile ayrılmadan yaşadığı bu bencil hayatı sürdürürken kendince haklı nedenleri olabilir.
Üç saattir oyuncak dükkanındayız. Kendi çocukluğumu sorgulamaya başladığım ana kadar hep aynı oyuncakla oynadı. Evde de böyle bu çocuk. Anası bir koyuyor televizyonun önüne, aha da akşama kadar bu oyuncak gibi ona bakıyor. Ama sorsan hata bende. Çift vardiya fabrikada gece gündüz çalışıp yine de bu çocuğa vakit ayırmam gerekiyor. Neden bunu yapamıyorum, hiç düşünmüyor ki! Parayla sıfır ilişkisi var. Ben onun cüzdanıyım. Ne zaman ihtiyaç gerekse tüm resmi tatillerde çalışıyorum.
Onun gözlerine baktığım ilk gün, dünyadaki her şey benim için önemsiz oluvermişti. Birdenbire. Hiç anlamadan. Biliyorum ben, kendi acizliğimden dolayı böyle oluyor. Onca yıl sonra bile tutup kendi kolumdan, kalk gidiyoruz diyemedim. Kendimi kurtaramadığım gibi onlara da bir türlü yetemedim. Ne zaman çocukla ilgili bir sorun olsa bir türlü baba olmayı öğrenemedin diyor. Belki benim hatam, belki de babamın. Bir yerinden tutuversem gelecek gibi ancak çekiştirmeye mecalim yok. Üç saattir aynı oyuncakla oynayan çocuğun gözlerinin içerisinde tek bir meraklı soru arıyorum ama yok. Çocuk bana öylece bakıyor bir eşya gibi. Hep kendi çocukluğumu düşünüyorum bu durumlarda. Acaba ben de mi eksik bir çocukluk yaşadım
Hiç unutamıyorum, merakla karşımda ilk kez gördüğüm deniz fenerini sormak isterken babama, gözleri aynı bu çocuk gibi hep aynalı dolaba bakıyordu. Kendisinden daha önemli bir şey yoktu onun için. Çocukluğum boyunca aşamadığım bir duvardı babam. Alışılagelen bir baba-oğul ilişkisi olamadı aramızda.
Anasının kardeşi Necla hiç böyle değil. Kadın üç çocuk yaptı ama hâlâ bana mısın demiyor. Bu anası olacak kadın da hep bana, hep bana diyor. Çocukları Necla'nın gözlerinin içine bakıp izin isterken bizim çocuk kendi cumhuriyetini kurmuş hep bana, hep bana diyor. Necla'nın kocası Fuat, bendeki bu ilgisizliği görmüş olmalı ki bizi yazılığına davet etti. Bir şeyler
hareketlenir, farklı bir an yaşarız diye atladık ailecek otobüse ve yazlığın yolunu tuttuk.
Çocuk yolculuk boyunca önündeki koltuğun sırtından açılan servis bölümüyle oynadı. Yüzden fazla kere kapatıp açmıştı. Bunu yaparken her seferinde ilk defa yapıyormuş gibi gülümsemesi beni korkuttu. Sohbet açmak için kafasını okşayıp cümleye
gireceğim sırada kafasını aniden çekti ve servis kısmına soktu. O an yine yeniden anladım ki bu çocuk bizimle değildi. Annesi,
yanında tanımadığı bir kadınla yolculuk ederken yolculuk boyunca sohbet açtı. Yanındaki kadın tek bir cümle dahi kuramadan, karım tıpkı bizim ilişkimizde de olduğu gibi susmadan konuştu. Karımın yanındaki yabancı kadınla aramda hiçbir fark yoktu. Onca yıl hayatımı paylaşmam çok da önemli bir konu değildi karım için.
Uzun süren otobüs yolculuğu sonunda otobüsten inip gerinirken fark ettim ki bizim çocuk hâlâ öylece koltukta oturuyor ve servis bölümüne bakıyordu. Muhtemelen ben indikten sonra yeniden binmiş ve koltuğuna oturmuştu. Gittim yanına
“Hadi gel, iniyoruz.” dedim. Çocuk ilk defa servis bölümünü ellemiyordu. “Hadi kapat orayı, gel inelim.” dedim. “Tamam zaten, artık çalışmıyor.” dedi. Nadiren de olsa kendi cumhuriyetinden kafasını çıkarıp birkaç cümle kuruyordu.
Yazlığa vardığımızda Fuat bizi kapıda karşıladı. Hayatımız boyunca bizi kapıda karşılayan tek insandı. Kollarıma, göğsüme, ellerime, hatta kafama taktığım çantalarımızdan birkaçını alıp taşımaya başladı. İçeriye geçtik. Lüks denilebilecek bir evdi. Benimle kendi hayatıma denk insanlar bile ilgilenmekten Fuat'ın ilgisini çözemiyordum. Gerçi Necla da bir tuhaf davranıyordu. Hepimiz bir farklılık hissederken karım ise kendi hayatını aynı motivasyonla sürdürüyordu.
Ertesi sabah deniz kenarına gittik. Şezlonglara uzandık ve güneşlenmeye başladık. Necla'nın çocukları hemen kumsala
geçip çukur açıtı ve bir yandan da kumdan kale yaptılar. Aldım benim çocuğu, onların yanına koydum. Bu aile ne de olsa bizimle ilgileniyordu. Necla'nın çocukları benim çocuğun eline bir kürek tutuşturup onu oyuna dahil ettiler. Birkaç dakika içim geçti ve karımın kırk derece sıcaklık altında susmadan konuşmasına uyandım. Döndüm baktım bizim çocuğa, yerinde yoktu. Necla'nın çocuklarına baktım, kenarda yüzüyorlardı. Gittim yanlarına benim çocuğu sordum, ikisi birden diğer yanı gösteriyordu. Gözlerim deli dana gibi çocuğu ararken birden bir boğulma çığlığı duydum. Çocuğun hayatı boyunca çıkardığı en net sesiydi. Hızlı bir şekilde yüzerek yanına yaklaştım ve elime aldım. Bomboştu. Varlığından eser yoktu. Döndüm, sahile doğru hızla yüzdüm. Çocuğu yan yatırıp kendine gelmesini bekledim. O ara gözüm anasını aradı. Anası hâlâ susmadan Necla'ya bir şey anlatıyordu. Çocuk ise tek bir dudak hareketi bile yapamıyordu. Çocuğun boş bir çuval gibi uzanan cansız bedeni, o ana kadar bildiğim her şeyin önemini silip atmıştı. Bir dönem geri dönülmesi imkânsız bir şekilde kapanmıştı.