Kaybettiği oyuncağını bir türlü bulamayan bir çocuk huysuzluğu vardı yüzünde. Yastığından ağırlaşmış başını kaldıramıyor, göz kapaklarını açmak için kendinde güç bulamıyordu. Uzun uzun tavanı inceledi. Kafasının içinde dönüp duran bütün soruları düşündü. Yoluna girmeyen işleri, düzen bulmamış planları, rafa kaldırılmış hayalleri... Hiçbirini yapmak için güç bulamıyordu kendinde. Hangi zaman onu bu kadar tüketmişti? Mezun olduğu okullar, tutunmaya çalıştığı iş arkadaşları, ailesi, yüz yüze baktığı insanlar, asla ona yetmeyecek olanokuduğu kalın kapaklı küçük yazılı kitaplar... en çok da onu boğazlamak için can atan üst üste yığılmış çöplükvari düşünceleri.Hangisi onu bu hale getirmişti?Yirmi yedi düğümden hangisi onu bu kadar aşındırmıştı. Eline eski zamanlardan kalma bir silgi alıp, geçmişteki bütün siyahlıkları, başını yastıktan dahi kaldırmasına engel olan şeyleri, hepsini silmek istiyordu. Evet, evet unutmak istiyordu artık. Belki de derin bir çukur kazıp, ruhunu kemiren ne varsa hepsini oraya gömmek istiyordu. Yahuten başta o çukura kendini mi gömmeliydi?
Kapının önünde tıkırtılar duydu kapıyı araladığında, Babil’inbaş köşedeki koltuğa kurulmuş olduğunu gördü. Firari yeşil gözleri ona unutmak istemediği bir yüzü hatırlatıyordu. Hiçbir zaman unutmayacağı o yüzü. Babil onu pek umursamıyor,mağrur bakışlarından taviz vermeden yürüyordu.Mutfaktan benzer bir tıkırtı daha duydu. Mutfağa gittiğinde Mimoza’nın mama kabını devirmiş, huysuzlanarak, salına salına yürüdüğünü gördü. Babil ve Mimoza sanki aynı evde yaşamıyor gibi hiçbir zaman yan yana gelmiyor, bir de ev sahibi olmak üzere aynı evde üç yabancı birlikte yaşıyordu. Aralarında yaşanan tek sorun Babil ve Mimoza’nın gittikleri her bir köşeye sanki kendilerinin bir imzasıymış gibi tüylerini bırakmasaydı.
Dolabın kapağını açtı ve paketin içindeki son kalan kırıntıları gördü. Üstüne bir şeyler geçirdi, evden dışarı çıktı. Evine en yakın markete vardığında rafta kedi mamasının bitmiş olduğunu gördü. Marketteki kasiyer her zamankinden farklı kişiydi.Kasiyer ona ters ters baktı. Marketten çıktığında yolüzerinde gördüğü bir vitrin camındanbaktı, uzun zamandır görmediği kişiyi inceledi.Kısa alagarson kesimli dağınık saçı, çatık kaşları, birbirinden ayrılmamış kararmış göz çukurları, küçük bir burun, sımsıkı kapanmış bir ağız, açık gri uzun yağmurluk giymiş bir beden. Dağılmışlığına pek de aldırış etmeden yoluna devam etti. İs kokan dar sokaklardan geçti ve ikinci markete girdi. Gözüne çarpan ilk şey tarçın rengi bir saksıdaki mor çiçekti.Gözüne kestirdiği çiçeği aldı ve marketten çıktı.Yolu yarıladığında, aklınakedi maması almayı unuttuğu geldi. Geri döndü,tekrar markete girdi, kedi mamasını aldı. Bir anda yağmur bastırdı,rüzgar da dostunu yalnız bırakmamıştı. Yolda, rüzgardan ötürü mor çiçeğin dalı kırıldı. Önce çiçeği aldığı için pişman oldu, sonra onu da diğerleri gibi gömmeyi düşündü.Sonra vazgeçti gömmekten.Acaba gömülen her şey varlığından anlam yitiriyor muydu?
Evine vardığında Mimoza’yıkendi mama kabının başında, Babil’i de koltuğuna kurulmuş gördü. Önce Mimoza’nın sonra Babil’in kabınamama koydu.
Babil kahverengi-beyaz-siyah tüylü, yeşil gözlü, huysuz; Mimoza ise gri tüylü, mavi gözlü, kendini sevdiren bir kediydi. İkisi de farklı dünyaların kedileriydi, senelerdir hiç yan yana gelmemişler,birbirine tahammül dahi edemiyorlardı.Pekumutlu olmasa da, mor çiçeğin kırılan dalına pembe bir şerit bağladı, sonra suladı vecaddeye bakan pencerenin önünekoydu.
Babil mamasını bitirmiş, yanına gelmişti. Kucağına aldı, yumuşacık tüylerini okşamaya başladı. O da böyle köşe bucak kendisinden kaçar sonra da sebepsiz yere gelirdi yanına. Gözleri Babil'in gözleri gibi bakardı,dünya yansa yine de taviz vermezdi kendinden. Yardıma ihtiyacı olan birini gördüğünde ise kendi hayatını bile yardım etmek içinunuturdu. Dünyanın en duyarsız insanı gibi görünüp, aynı zamanda da çok kırılgan ve hassastı.Çocukken sürekli didişseler debüyüdüklerinde birbirlerinin yaralarını sarar olmuşlardı.Yaşasaydı bugün tam yirmi biryaşında olacaktı. Bir gün cebinden çıkardığı minik bir serçeyle yanına gelmişti kardeşi.
-Kanadı kırılmış uçamıyor, biz baksak iyileşir mi abla?
Demişti. Dokuz yaşındaydı o zaman, markete diye evden çıkmış, veterinere gitmişlerdi. Veteriner, serçenin kanadına pansuman yapmıştı. Eve döndüklerinde ikisi de annelerine söylememiş, serçeiyileşene kadar bakmışlardı. Kardeşi; serçe, peluş bir oyuncakmış gibi onunlailgileniyor, onu cebinde saklıyordu. Serçe iyileştiğinde serbest bırakması için kardeşini ikna edememiş, sonunda onun bir ailesi- anne-babası kardeşleri- olduğunu, onu merak edeceklerini söylemişti de ancak ikna olmuştu kardeşi. O günleri o kadar çok özlüyordu ki, anılarını zihninin en berrak yerinde saklıyor, hatırladıkça daher defasında kabuk bağlamayan yara daha da derinleşip,dipsizleşiyordu. Omuzlarına yüklenmiş ve onu kamburlaştıran düşünceleri önce ruhunu sonra da bedenini çürütmeye başlamıştı. Yine de alışıyordu, alışmalıydı herkes gibi.
Çalan kapı zili ile irkildi, gözlerini açtığında henüz yatakta yatıyordu, tavana baktı, kapıya baktı, evden çıkmadığını fark etti. Yine aynı şey olmuştu, tüm bunlar zihninin onabir oyunuydu.
ÜLKÜ MERAL