“Yaşadığı süre boyunca neredeyse hiç görmedim, ölmek üzereyken görsem ne değişecek,” dediğinde telefonun bir ucundan duyduğum o soğuk ve hissiz sesi onun çocukluğuna götürdü beni. Abim ve mahalledeki çocuklarla oynadığımız oyunlara, tutuştuğumuz kavgalara çoğu zaman karışmaz; olanları uzaktan izlerdi. Yaşanılan her durumda duruşunu korur, hiç etkilenmeden sıyrılırdı. O zamanlar örmeye başladığı duvar, çok uzun zaman önce ona ulaşmamıza engel olmuştu.
Çocukken kurmaya çalıştığımız o belli belirsiz bağ; babamın evi terk edişi, annemin girdiği depresyon üzerine abim ve benim, dedemin evine taşınmamız onun da liseyi yatılı okulda geçirmesiyle incelmiş, ardından gelen ilk gençlik yıllarında da bambaşka yerlere yol almamız, aramızda hiç var olmamış gibi duran o bağı tamamen koparmıştı. Bazen bir şekilde hafızamda yer eden o silik anısı, benden üç yaş küçük bir kız kardeşimin olduğu gerçeğini bana hatırlatır ve çok geçmeden içimi yersiz bir merak duygusu kaplardı.
Onun hakkında bilmediğim şeyler bildiklerimin yanında öyle çok olunca neler kaçırmış olabileceğimi düşündüm. Neye dönüşmüştü, nasıl bir kadın olmuştu? Üniversite eğitimini, kazandığı bursla yurtdışında tamamlamak için gittiğinden beri geri dönüş yapmamış, her seferinde son anda çıkan işleri olmuştu. Şimdiyse babamın son anının hepimizi yeniden bir araya getireceğini umarken, o soğuk sesi yine gelemeyeceğini söylemişti. Ona, bir zamanlar ailemizin olduğunu hatırlatmak istercesine, “Ama babam seni çok severdi,” dedim.
Her konuşmamızda oluşan o boğuk atmosferi yok etmek, onun duvarlarını aşındırmak istiyordum. ”Hepimizi eşit severdi” dedi. “Evet, ama seni hep ayrı tutardı. En küçüğümüz olduğun için seni sakınır ve içten içe senin farklı olduğunu düşünürdü.”
Sustuk, orada mısın demedim, oradaydı. Nefesini duyuyordum ve arkadan gelen insan seslerini. Sanki o anda herkes onun yanından hızlıca geçip gidiyordu da o durmuş ve trafik birbirine karışmıştı. Yanından geçip giden insanlar, bir şeyden kaçarcasına onun omzuna çarparak geçiyor ama o, kımıldamıyordu ve ne olursa tepki vermiyordu. Olan ve bitenin içinde değil de çok uzağında gibi duruyordu. Sol kulağına tuttuğu telefonu bile hissetmediğini düşünürken, kısa süren sessizlikten sonra hat kesildi.
Bana abla diyeceksin derdim, sakın adımı söyleme. Çok sonradan fark ettim. Abla da demedi, adımı da kullanmadı. Bana hitap etmenin başka yollarını buldu. Yatılı okulda kaldığı zamanlar, hafta sonları görmeye başladık onu. Bizim yattığımız oda küçük olunca, misafir odasında yer yatağında uyur, biz fark etmeden gitmiş olurdu.
Hat kesilince, kendimi yeniden hastane bahçesinde oluşan karmaşanın içinde buldum. Onu aramamak için kalabalığın içinde küçük adımlarla; bir yere gitmeden yerimde sayarak, beklediği şeyin nereden geleceğini kestirmeye çalışan biri gibi gözlerimi bakmadığım yerlerde gezdirmeye başladım. Gittikçe genişleyen bir çemberin ortasında durmuş her biri fısıltıyla konuşan insanların sesinin çığlığa dönüştüğü o anda durduğum noktadan çıkıp, usulca birine yaklaştım. Duyduğum çığlık, kafamın içinde dönen bir hikâyeye dönüştü. Biter bitmez yeniden başlıyordu. Hikâyesini anlatan kadın, sanki anlattıklarını yaşamamış gibi anlatırken, duyduklarımın kafamın içinde yeniden canlanmasından korkup çemberin içinden çıktım. O anda omzuma dokunan elin tanıdık olması beni kendi hikâyemin içine çekti.
Abimle ince ve uzun koridordan geçip, telaşla yürüyen insanlarla göz göze gelmeden babamın son anına yetişebilmek için koşar adım yürüdük. Yoğun bakım odasının önüne ulaştığımızda hiçbir şey söylemeden bir şey anlatan bakışlarla karşılaşmamız, içinde bulunduğum anın çığlığını duymama sebep oldu. Babamın ölümü, onunla ilgili hatırladığım en kısa anlardan sonuncusu olurken, bu an belki de hikâyemin en akılda kalır kısmı olacaktı.