Hukuk kuralları, prosedürler, devlet daireleri ve benzeri kurumlar. Birçok edebiyatçı bunların insan hayatına ilişkin olamadığına dair eserler bıraktı, Ken Loach gibi yönetmenler bunlara isyan püskürdü ama hepsi ''anarşik alt'' olmanın verdiği duygusallıkla yaptı bunu. Bakıldığı zaman, bu saydığım kurumlar toplumsal yaşam açısından önemli dizginleyici unsurlar. İnsan dizginlenmeli midir, gibi bir soru çıkıyor burada ortaya; evet insan dizginlenmelidir çünkü bu üstte saydığım organların insanların hayatından çıkışı, birçok insana, ahlak gözetmeyen bir özgürlük hakkı tanındığını düşündürür. Bu kurumlar toplumlara ya tamamen girmeli ya da hiç girmemeli, aynı bir zararlı alışkanlıklar silsilesi ya da stratejik konum gibi. 2020'de bile hala devletlerin başarısı keskinliklerinden geliyor ama bu başka bir konu. İlk cümlemde söylediğim bu unsurlar, kitaplardaki ahlaklara ve manifestolara göre şekillenir, bundan dolayı da kültürleriyle ahlaklarını şekillendiren toplumlara göre şekillenmez, bu da ortaya köydeki adalet sarayı ya da emniyet bürosu gibi durumlar ortaya çıkarır. Sinema ve edebiyattan dolayı bu bürolar ya da saraylar da kötü gibi gözükür ama bunlar sadece ''devleti yöneten'' insanların kibirlerinden dolayı halka inemeyişinin çıkardığı sorunlardır. Sövülse de, hak yese de (her zaman değil, loach gibilerin yanıldığı konu bu) bu en üstteki devlet organları gibi organlar lazımdır ve ahlak kuramlarının farklılığından dolayı hiçbir zaman doğru işlemeyecek olsa da olası büyük yanlışları küçük alçılarla kapayan küçük yanlışlar bunlar. Ya da artık kabullenildiğinden dolayı küçük olmuş büyük yanlışlar. Bu arada, kültürle harmanlanmış toplumsal ahlak, toplumun çok küçük bir kısmını hayat boyunca yönetebilir, aynı komünizm ya da liberalizm gibi, ütopiktir aslında.