yola koyuldum ama ilerlemek ne de zor

huzura tekrar kavuşacağını zannedip sonu düşünmek

ama en sonunda yol fısıldıyor 

''sen ne kadar ilerlersen hüzün sana o kadar yakın''


insan eninde sonunda hep yitirmekle kalıyor 

haykırıp haykırıp duruyor ama kimse işitmiyor

varlığıyla yokluğunun bir ihtimale dayalı olduğunu da çok iyi biliyor

ama yine de tutunuyor 


olup bitip dönen her şeye bir ah çekip

ah deyip geceleri erteliyorum

kalabalıkları itiyorum

kupkuru kalabalık 


birileri ısrarla şiirlerime giriyor

şiirlerime giren kalbimden de çıkmıyor

kendime ağlamamayı dayatıyorum

o ise bana en büyük ağlamayı dayattı 


odalardan odalara yataktan balkona dolaşıyorum

uykulardan kışın sert yüzünden baharın yumuşak kısmına geçiyorum

kitaplardan çıkamıyorum omuzlarım taşıyamıyor 

yüküm ağır yeryüzü hafif


günlerden perşembe nisanın on dördü

saat akşamın on kırk beşiydi 

bedenim öyle yorgun ama umudum o kadar tazeydi

ama taze olan bir şey insana nasıl acı verebilirdi ki

anı, anılarımız ve acı, acılarımız

hayal kurmayı ve umut etmeyi benden öğrenen insanın günüydü


ellerimde iki saksı

kulağımda sevdiği şarkılar çalıyordu

filtre kahveleri hala tazeydi

zamanın içinde sıkışık kaldığım nadir anlardan birisiydi

kafamda bin bir senaryo mevcuttu ve en berbatı oldu

yirmi üç yıllık hayatımda ilk defa birisi beni toz duman etmişti


ama saksılar kırılmadı 

aksine taşlaştı elimde kaldı

tamamıyla kalbim ve zihnim 

büyük ihtimalle ölmüştük 

şehir kan kıyametti 

gökyüzü bir anda yeryüzüyle çarpıştı

sıkışıp kaldım kaldırımda 


köşe başları artık benim için intihar

otogarlar ise katil 

bile bile insan 

kendi ipini boynuna nasıl geçirebilirdi ki

boynumdaki o iz hep orada olacak

ben öldüğümle kaldım


oysa ben uyanmamıştım

kalkmamıştım o yataktan

düşlerimden düşme ölme diye

ama senin düşesin gidesin varmış


birini mektup yazacak kadar 

pencerenin kenarına çiçek koyacak kadar 

çok sevmiştim

ne mutlu bana 

artık vitrinin olmaktan vazgeçiyorum 


hoşça kal bahar