Sütümü ve dürbünümü alıp tavan arasına çıktım. Sandalyeyi pencerenin önüne çekip oturdum. Yerdeki böcekler ve tavandaki örümcekler umurumda bile değildi. Şu uzaktaki karlı dağların arasından babam gelecekti. Arkadaşım iki yıl önce "Senin babanı hapishaneye attılar." demişti. O an hiçbir şey anlamamıştım, teneffüste öğretmenimin yanına gidip hapishanenin ne olduğunu sorduğumda cevap vermemiş ve varlığımdan rahatsız olur gibi hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşmıştı. Okuldaki öğretmenlerin çoğu benimle konuşmuyordu. Arkadaşlarımın tavrı da değişmişti. Ben de her teneffüs pencerenin kenarına geçer, uzaklara bakardım. Zaman geçtikçe çevremde yapılan muhabbetlere kulak misafiri olmuştum, hapishanenin ne olduğunu bu muhabbetlerden öğrendim. Artık geceleri uyumuyor ve babamın neden hapishaneye girdiğini düşünüyordum. Bıyıklarını kesip kesmediğini, hala yazıp yazmadığını, hala o kalın kitaplarını okuyup okumadığını düşünüyordum. Uykusuz gecelerimin birinde, sokak lambasının yanındaki zeytin ağacının perdeme yansımasını izliyor ve annemin koyunları sayıp uyku getirme taktiğini deniyordum. Dışarıdan sesler gelmişti. Yatağımdan kalkıp pencerenin kenarına çökmüş dışarıdan gelen sesleri dinliyordum. Birisi "Gazetenin nasıl yazılıyor, ayırmam mı gerek?" dediğini duydum. Paniklemiştim. Annemi uyandırmak istedim ama ondan da korkuyordum. O zamanlar geçici konuşamama travmasını yeni yeni atlatıyordu. Konuşmaya çalıştığında çizgi romanlardaki kötü karakterlere benziyordu. Onunla konuşmaya çalışmamalıydım. Çaresizce yatağıma dönmüş ve korku içinde sabaha kadar zeytin ağacının perdeme yansımasını izlemiştim. Neyse ki gecenin sonu cumartesi sabahına çıkıyordu. Güneşin doğuşu ile yataktan kalkıp dışarıya çıktım. Evimizin duvarında "VATAN HAİNİ gazeteci Emrah Tin'in evidir." yazıyordu. Korkmuştum. İlk önce anlam veremesem de yazının gizli bir şekilde yazılması onun kötü bir şey olma ihtimalini arttırıyordu. Hemen içeri koşup pastel boyalarımı ve taburemi almış, aynı hızda dışarıya çıkmıştım. İlk önce vatan haini yazısının üstünü karaladım. Diğer yazılar duruyordu. Aklımda hiçbir fikir olmasa da içeriye girdim, etrafı karıştırıyordum. En sonunda, babamın çalışma odasındaki boyalar aklıma gelmişti. Odaya gittim. Sessizce kapıyı açtım ve içeri girdim. Sanki devler ülkesine girmiştim. Birkaç saniye öylece ayakta dikildikten sonra boya ve fırçayı alıp dışarıya çıktım. Bahçedeki çeşmeden boyayı sulandırıp fırça ile karıştırdım. Boyumun yettiği yerlere kadar boyayı sürdüm, sonra tabureye çıkıp kalan yerleri boyadım. Yazı silinmişti. Beyaz zeminde benek benek kırmızı boyalar vardı.

Boya kutusunu evin arka bahçesine koydum, yerleri eskimiş bezlerle sildim. Yorgun bir şekilde zeytin ağacının altına oturmuştum.

İçimde garip bir gurur vardı, hala o gururu taşıyorum. Babamın en yakın arkadaşı da kendine gururlu derdi. Uzaktan çan sesleri geliyordu. Hala o ses geceleri kulağıma gelir, uykumu böler. Sürüdeki koyunlardan geliyordu. Daha önce defalarca bu sürüyü görmüştüm ama ilk kez korktum onlardan. Çamurlu yolun üstünde pamuk gibi koyunlar, sersemce yürüyorlardı. Köpek salyalarını akıta akıta arada bir çobanının ayaklarının dibine gidiyordu. Çoban ise korkunçtu, tıpkı çizgi romandaki kötü karakterler gibi. Önümden sessizce geçip gittiler. Gerçi bir ara çoban durup bana bakmış ve gülmüştü. Ağlamak gelmişti içimden, on bir yaşındaydım ve on iki yaşıma girmeme dört gün vardı. Ama ben büyümek istemiyordum. O gün kahvaltıda anneme söylemiştim, sadece gülmüştü. Son gülüşü bu olmuştu zaten, onu bir daha gülerken görmedim. Anlıyordu, konuşamıyordu. O günden uzun zaman sonra kolları iyice aşağı sallanmış bir şekilde çatıda görmüştüm onu. En uçtaydı ve ağlıyordu. Korkmuştum. Ne yaptığını anlamadan çatı katına gittim, yine karlı dağları izliyordum. Hava kararmıştı, annemin bana süt getirdiği zaman anladım bunu.

Şimdi ise annem süt boşunu almaya geldi.

"Yine geçmişe dalmış." dedi arkasındaki adam.

Babama benzemiyordu, bana benzemiyordu. Akşam yemeği yemek için aşağı inmiştim, ilk kez yemek duası diye bir şey duydum hayatımda.

"Afiyet olsun." dediler birbirlerine, yemeği yiyip odama gittim. Kişiler arasında sıkışıp kalmıştım. Kimdim, ne oluyordu? Yıllar öncesine dalmak, yine uykumu getirmişti. Nasıl uyuyabilirdim, hem yarınki sınava da çalışamadım, daha acı babam gelmiyordu bir türlü.