Sırlanmış aynanın karşısında çöktüm, oturdum soğuk parkelere. Parkalar düşledim, kondu sırtıma. Gülümsedim ve gülümsedi ayna. Nasılsın? Gülüşün öyle güzel ki hayatın tıkırında olmalı. Tık tık… Beni de içeri alır mısın? Karşıma oturdu yansımam. Biraz da ben seni yansıtayım, dedi. Dökül bakalım. Ona söz verdim. Hayatın ve zamanın bütün püf noktalarına hakimmişim ve her karanlığını içmişim gibi davranmayacağım. Sevgili ayna, mutlu olmak istemek mutlu eder mi insanı? İnan bana çok film izledim. Kırlarda koşmak, birinin elinden tutmak, çocuklara gülümsemek… Bunlar mutlu edermiş ruhumu. Bulduğum ilk kıra koştum ama nasıl oturuyorlardı unuttum. Uzanmak mı gerekti yoksa bir ağaca yaslanmak mı? Mevsim, saat ne olmalıydı? Karahindibalara kuzeydoğudan mı üflemek gerekti? Halbuki sahne sadece altı saniye uzunluğundaydı. Altı saniyelik mutluluk için bu filmi altmış kere izledim. İzlemek hayatın bir parçası değilmiş, hala öğrenememiştim. Seni güldürüyorum ya, dudaklarımı şu şekil ya da bu şekil kıvırarak… Heh, işte öyle neşe dolunuyor sandım. Yanılmışım. Gözlerime bak, ta içine. İçime bak, taklitlerimi geç, hayallerimde dur. Hissetmek nasıl bir şey ayna? Bir eli tutmakla nasıl bir kalp tutulabilir? Çocuklar gerçekten gülüp gülmediğini nasıl görebilir? Görüyorlar. Hayatın malzemelerini dizmiştim önüme, herkesin elinin ayarı farklıymış. Ama nereden başlayacağımı buldum. İşte karşındayım. Baştan tanışalım. Kendi filmimizin tonlarını seçelim. Diğer rolleri geçerken doldururuz, yolumuz uzun. Dünyamızı elimizin hamuruyla yoğuralım. Belki bir şaheser çıkmayacak ama bizim olacak. Sen de hissedeceksin ayna. Ver elini, dokun parmak ucuma. Sırlandığın tüm gerçekleri dök bakalım ortaya.