-Ne bileyim abi, öyle bakınca bir şeyler koptu içimde. Öyle anlatılır bir şey değil. Ciğerine güzel bir ok saplanmış gibi tatlı bir sızı...


-Lan oğlum öyle oklu, sızılı aşk mı anlatılır? Güzel sözlerle anlatsana ne yaşadıysan. 


-Abi yok işte başka tarifi. Dilimden bu kadarı geliyor. 


-Ee sonra ne oldu?


-Sonra kalktı yerinden yürümeye başladı ama nasıl bir yürüme. Allahıma ceylan görse kıskanır. Öyle narin, öyle güzel. Gitti raftan bir kitap aldı, sayfalarını çevirdi, arka kapağını okudu. Yine aynı tarifsiz güzellikte süzülür gibi geldi yerine oturdu. Başladı kitabı okumaya. Ben öylece bakakaldım. 


-Oğlum sen bu kütüphaneye ders çalışmaya mı gidiyorsun aşık olmaya mı? Her hafta bir aşk...


-Abi bu öyle değil. Ben bu kıza gerçekten vuruldum. 


-Ee konuştun mu bari? Telefon alma falan?


-Yok abi o kadarına cesaret edemedim, kıyamadım da.


-Kıymakla ne ilgisi var yahu? Gidip konuşsaydın. 


-Anlamıyorsun sen beni abi. Konuşunca bozuluyor büyü. Ben aşık olmayı seviyorum. Düşünsene biraz o güzelliğin altında boş bir beyin olduğunu. Soğumaz mısın? Konuşsam, sonra o saçmalasa ve ben soğusam bu duygularımın katili olmak demek değil mi?


-Lan oğlum sen ne değişik bi insansın yahu. Ee şimdi ne oldu yani sonuç olarak?


-Bakıştık abi. Uzun uzun bakıştık. Dedim ya ok sızısı gibi bir şeydi. Abi ben ne fark ettim biliyor musun?


-Ne fark ettin Harun? Yine ne fark ettin?


-Abi bakış acısı diye bir şey var ve direkt yüreğe işliyor. 


-Ee hani aşk yürek değil beyin işiydi?


-Bu isimsiz bir şeydi abi. Aşk da diyemem değil de diyemem. Bunun tam adı bakış acısı...


-Allah seni bildiği gibi yapsın diyesim geldi birden ama zaten öyle yapmış. Neyse ben kaçayım yengen bekler. 


-Selam söyle ama bak unutma, bakış acısını bir düşün. Merhemde zehir gibi bir şey. 


-La havle...


-Bakış acısı bakış acısı... Evet aşkın yeni tanımı bu olabilir.