“Baba bıraksana balığı! Ölecek şimdi!” dedim babama ağlamaklı ve öfkeli bir sesle. Babam bir oltanın ucundaki çipuraya bir yanımızda getirdiğimiz yarısına kadar su ile dolu beşlik bidona baktı. Geldiğimizden beri bir sürü balık yakalamıştı fakat bidon boştu. Bana dönüp hafiften sitem ederek “Seni bir daha getirmeyeceğim balık tutmaya.” dedi çipurayı oltadan çıkarıp yeniden denize atarken. Yedi yaşındaydım daha. Sabahın beşinden beri bıçak gibi keskin bir soğuğun içinde babamın zavallı balıkları yuvalarından ayırmasını izlemeye zorlanıyordum. Sadece babamın değil, diğer balıkçıların da… Nasıl oluyordu da kimsenin vicdanı sızlamıyordu? Bir türlü aklım almıyordu. Birbirlerine tuttukları balıkları gösterip hava atıyorlar ve kendi aralarında şakalaşıyorlardı. Diğer çocuklar da onların bu mesnetsiz neşesine ortak oluyor, kendi aralarında benim babam senin babandan daha büyük balık tuttu diye birbirlerine sataşıyorlardı. Ben ise seneye de giyerim diye iki boy büyük aldığımız mavi şişme montumun içinde küçüldükçe küçülüyordum. Babamın hayal kırıklığını gözlerinden okuyabiliyor ve onlar gibi olmadığım için kendimi suçlu hissediyordum.


“Hadi sen Behzat amcanın yanına git, ateşin başında ısın biraz.” dedi soğuktan titrediğimi fark ederek. Behzat amcam kaldırım kenarındaki 98 model Hyundai Starex’imizin dibinde 5 litrelik bir yağ tenekesinin içinde yaktığı ateşi harlıyordu. Ben paytak paytak yanına doğru yürürken sigara dumanından sararmış bıyıkları ağzını kapatacak şekilde kocaman gülümseyerek “Gel oğlum gel, sana büfeden salam ekmek yaptırayım mı? Aç mısın?” diye sordu. Başımı evet anlamında salladım. Gitmeden beni minibüsün arkasından çıkardığı portatif iskemleye oturttu. “Sakın bir yere ayrılma, ben hemen geliyorum.” dedi. “Tamam.” dedim. Galata Köprüsü’nün Karaköy İskelesi tarafındaydık. Oturduğum yerden arkalarını bana dönmüş balıkçıları ve onların bidonlarında kimisi ölü, kimisi hâlâ can çekişen balıkları seçebiliyordum. Bidonların ortalarında dikdörtgen biçiminde delikler vardı. Balıkçılar balıkları bidonların ağızlarından sokamadıkları için bidonlara böyle delikler açıyorlardı. Yazık değil miydi o balıklara? O balıkların da bir evleri, evlerinde bir bekleyenleri yok muydu? O balıklar da evlat, anne veya baba değil miydi? Düşünüyordum bir balık olsam ve okuldan dönerken babamı hain oltanın biri gözlerimin önünde çekip alsa ne hissederdim diye. Düşündükçe gözlerim doluyordu.

 

O an nasıl bir duyguya kapıldıysam birden iskemleden kalkıp balıkçılara doğru koşmaya başladım. Önce biri, sonra biri derken bidonları birbiri ardına denize atıyordum. Balıkçılar ne olduğunu anlamadan üç tane bidonu suya atmıştım bile. İlk bidonun sahibi öfkeyle “Ne yapıyorsun lan sen piç kurusu!” diye bana doğru hızlı adımlarla gelirken araya babam girdi. Öfkeli balıkçılarla benim aramda âdeta duvar oldu. Derken amcam da olaya müdahil oldu. Beni kucaklayıp minibüse götürürken “Oğlum ben sana ateşin başından ayrılma demedim mi? Ne değişik çocuksun ne ya!” dedi. Babam balıkçıların zararını karşılayacaklarını söyleyerek onları zor dizginlemişti. Fakat bütün bu olan biten benim umurumda bile değildi. O an tek düşündüğüm hayatta kalan balıkların sağ salim yuvalarına dönüp sevdiklerine kavuşmalarıydı. Onlar kimin kaç tane balığı vardı, kim ne tutmuştu kavgası veredursun ben dünyalar benim olmuş gibi gülümsüyordum. Öyle ki eve dönerken sinirinden kıpkırmızı kesilen babam bile yüzümdeki gülümsemeyi görünce sakinleşmiş, daha sonra amcamla birbirlerine bakıp kahkaha atmaya başlamıştı.


“Oğlum,” dedi babam kahkahalar yerini ufak tebessümlere bırakırken. “Neden yaptın böyle bir şey? Düşünüyorum düşünüyorum bir türlü aklım almıyor.”


“Bir gün okuldan dönerken seni bir oltaya kaptırsam çok üzülürdüm baba. Bu yüzden yaptım.” dedim. Ben böyle söyleyince bu sefer amcam ve babam daha da şiddetli birer kahkaha patlatıverdi. Babam bir eli direksiyonda, boşta olan eliyle saçlarımı karıştırarak “İyi de oğlum, balıkların hafızaları yok ki! Onlarda aile diye bir kavram yok.” Biraz düşündükten sonra “Sen demek o yüzden…” dedi ama cümlesini tamamlamadı. Onun yerine radyoyu açtı ve yol boyunca boşta olan eliyle saçlarımı okşamaya devam etti.