Oğuz sigarasından son fit çekti. Yerde bulmuştu, buruş buruş, ciğerlerine dolan korkusuna bir duman. İnce parmaklarından fırladı, çamurlu ayakkabısının altına ezildi, çığlık duymak hoş olurdu.

Alnında ter akıyordu, sırtındaki bedeninden terk edip çatalına doğru iniyordu. İşte başlıyordu. Elinin tersiyle alnındaki teri defetti.

Yamulmuş terlerden atlayıp içeriye girdi. Gökyüzü griydi, ağaçlar kara, yerde ölü yapraklar dehlizi. Terk edilmiş fabrika öylece ölmüştü. Ne köpek vardı ne de bekçi. Hepsi terk etmişti, kaderine.

Oğuz eğilerek hızlı adımlarla arşınladı zamanı. Karşısında paslı ve uzun demirler diziliydi. Etrafını kolaçan etti. Terler yerli yerinde duruyordu. Sırtında tonlarca karınca dansa tutuşmuş babalara şenlikti.

Üstüne zorlanmadan aldı, sırtladı. Annesi büyük ihtimalle suratına bir tokat patlatırdı. Lekeyi üstünden atmasının imkânı yoktu. Yapacak bir şey yoktu.

Tele doğru geldiğinde korku ve yorgunluk vardı üstünde. Arkadaşlarına seslendi. Emir önden geldi. Zayıf ve kendisinden daha korkak. Arkadan gelen Ömer aralarında en büyüğü olandı. Tam iki yaş büyüktü kendisinden. Yavaş adımları çimleri öldürüyordu. Ağzında bir sigara, yanıyordu.

“Alda şunu oraya gelim,” dedi oğuz. Sırtındaki ağırlığı telin ardına zar zor attı. Emir tutamadı. Sanki yerdeki bokmuş, dokununca elleri pislenecekmiş gibi kararsız kaldı. Ömer arkasından gelip ensesine yapıştırdı. “Kaldır şunu da gidelim bu bok yerden.”

“Evet, Emir kaldır şunu. Salak salak bakma,” dedi Oğuz. Ömer kendisine gururla baktı. Tek bir kelime çıkmamıştı ağzından ama Oğuz gururla kızarmıştı. Bir sümüklü böcek, bir sinek uçuyor, yerde fırçayla dağıtılan bok.

Oğuz karşıya atlayıp demirle birlikte oradan yaylanmışlardı. Yol boyunca pek ses edilmiş, sessizlikle yolu yarılamışlardı. Güneş bulutları yarıp açığa çıktığında demirciyi görmüşlerdi. Adam sigarasından otlanıyordu. Suratı terden ve pislikten kararmış, üstü başı yırtıktı ve baya da uzun bir herifti.

“Geç kaldınız,” dedi Demirci. “Yine ne getirdiniz bana.”

“Oğuz biraz tırstı da ondan geç kaldık.”

Bir hançer al ve oy kalbimi. Yerinde ne var bil bakalım. Terk edilmiş bir kuyu, sessiz ve derin olan bir kuyu. Hissettiği bu olmuştu. Ömer’e baktı. O kendisine bakmıyordu. Yakışıklı suratı Demirciye gülüyordu. “Bir tane kalıp demir.”

“Demir düştü. Gecen hafta aldığınızı beklemeyin benden,” dedi demirci. Tartısı belinden çıkartıp demiri alıp tartı. “Dokuz kilo. Beş tl veriyorum bak. Yine iyisiniz.”

Oğuz beş tl den daha fazla tuttuğunu biliyordu. Ve o demirleri kendi evinden getirdiği tartısı ile tartmıştı ve on üç kilo çıktığını biliyordu. Bunu söyledi. Gülümseyerek Ömer’e baktı. Emir’de katılmıştı Oğuzun söylediklerine. “Ev tartısı ile tartmıştım.”

Ömer burun kıvırarak Oğuza baktı. “Senin boktan tartın bozuktur kesin. Adam işinin ehli. Sen işinin ehli misin Oğuz.”

Utanç. Kes sesini. Boğulan bakıların çığlıkları kulaklarda yankılandığında ne söyler acaba. Kes sesini. Seni kimse umursamıyor. Balıklar aptal. Hala onları mı düşünüyorsun. Sen düşünebiliyor musun ki?

Oğuz öyle olmadığını söyledi.

“Aynen öyle,” dedi Ömer. Demirciye dönüp, “Bir sigara da uzatsana abi,” dedi. Adam sigarayı verdi. Adam parayı verdi. Selamını çakıp uzaklaştı.

Adamın uzaklaşmasını izlerken Ömer ve Emirin de uzaklaştığını fark edemedi Oğuz. Terk edilen balıklar ne yapar. Kimse balıkları umursamıyor. Onlar başka yerde başka şeylerle.

Peşlerinden koşarken oğuzun gözleri dolmuştu. Ömer bir şaka yapmış olmalıydı, ya da Emir hep Ömer’e gülerdi. Oğuz da hep Ömer’e gülerdi. Böcek. Kendisine söylenen lakap buydu. Sanki unutmuş gibi davranması da midesini ağrıtmıştı. Adımlarının yavaşladığını ve koşmadığını fark etti.

Ben bir böcektim. Kendisine söylediği şey buydu. Gururum nerede. Neden bunu yapıyorum. Oğuz bilmiyordu. Neden böyle olduğunu, neden?

Balıkların kanatları olmaması ne saçma. Oysa kanatları olmalı gibi geliyordu. Hem yüzüp hem uçmaları ne mucizevi olurdu. Başka bir evrende belki. Belki.

Oğuz olduğu yerde durdu. Yapışıktı. Bunu biliyordu ama kendisine sesli söylediğinde neden bu kadar can acıtıcı olduğunu anlayamıyordu. Neden bu kadar eziksin. Güneş tepedeyken neden üşüyorsun.

Ömer seslendi. Ağzı açıldı, beyaz dişleri parlıyordu, emirin aptal suratı sıkılmış ve beklemek istemiyordu. El hareketi yaptı Ömer, gel diye. Ağzında kelimeler tek tek çıkmıştı. Aptal. Oğuz o kelimeyi seçebilmişti. Adımlarını hızlandırdı. Rüzgâr suratını yalıyordu. Balık olabilirdi. Adımları daha da bir hız aldı. Hiç olmadığı kadar hızlı koşuyordu. Saçları savruluyordu. Ömer şaşkın. Ömer kızgın bakıyordu. Oğuz daha da bir hızlı koştu. Ömer’i ardında bıraktı. Emir hala aptalca bakıyordu. Daha hızlı diye düşündü Oğuz. Belki uçan bir balık olabilirim. Terlemiyordu. Artık adımlarının arasındaki boşluklar daha uzundu. Daha da uzun olmaya başladı. Daha fazla hava da asılı kalıyordu.

Evet ucan bir balıktı o artık. Uçabiliyorum. Son kez yere ayağı değdi ve ağaçların tepesinde buluta yaklaştı. Evlerin gölgesi ayaklarının altında maket gibiydi. O artık ucan bir balıktı.