Bayan Paulo, sandalyesini oturduğu balkondaki masaya yaklaştırdı. İşe gitmediği bu günlerde hep yapmak istediği bir hayali gerçekleştirmek istiyordu: Bir hikâye yazmak. Bu hayali, belki de çocukluğundan beri kendisindeydi ama yapacak ne zamanı ne de enerjisi vardı, fakat bu sıra dışı günlerde pekâlâ yapabilirdi bunu.
Masadaki kalemi aldı ve kâğıda doğru eğildi. Yazacağı şeyi düşünüyordu; nasıl yazacağı, nasıl anlatacağı çok önemliydi. Böylece, onun edebiyat konusundaki bilgisizliği yüzüne vuruldu. Hayatındaki son beş yılında bir kitaba dokunmamıştı, tüm bilgi kaynağı olan gazeteler ve haber bültenleri ise ona bir yarar sağlamayacaktı. Bu yüzden bir konu bulması bir saatini aldı, bulduğundaysa klişe bir aşk üçgeni senaryosundan fazla farkı yoktu bu konunun.
Yazmayı planladığı metin, gayet basit bir aşk hikayesiydi ve her ay çıkan Türk komedi filmlerinden farksızdı. Bayan Paulo, bunun farkında olmasına rağmen, içindeki ne olursa olsun yazma istediğine karşı koyamadı ve sonunda kalemi ile yeni bir öykü yazmaya başladı, bu sırada bir yazım hatası, düşük cümle çıkarsa buna aldırmıyordu. Zamanın yazarken nasıl geçtiğini ancak hava serinleyince fark etti. Balkona çıktığında akşam üzeri olduğunu biliyordu ama bu kadar zaman tüketeceğini düşünmemişti. Evine, iyi ve üretici bir şey yaptığını düşünerek girdi. İçinde hafif de olsa bir mutluluk vardı.
Ertesi sabah metnine tekrar baktığında, yazdığı şeyi ilk başta anlayamadı. Tüm umudu kırılan Paulo, tüm kâğıdı birdenbire gelen hisle yırtıverdi, resmen utanmıştı yazdığından. Çocukluk hayalini bir kez daha başaramadığını düşündü ve morali ciddi bir şekilde bozuldu.
Bu moral bozukluğu, çocukluğundan beri kendisinde kalan “her şeyde, ilk seferde iyi ol” felsefesinin bir sonucuydu, bu felsefe oldukça zehirliydi ve bu zehir, ilacını bilmeyen Paulo’yu ciddi şekilde etkilemeye başlıyordu. Bir kimsenin aklında böyle bir düşünce, içinde ne kadar iyimserlik olsun, her zaman kötü şeylere odaklanır. Her zaman yapar bunu, bir istisnası yoktur ve bu kötü şeylere odaklanması ise görevlerinin biraz daha kötü bir şeye getirilmesine neden olur. Bu kısır döngü kişinin farkına varması ile kırılabilir, ama Paulo gibi gerçek dünya ile hiç tanışmamış insanlar için çok zordur.
Paulo geçen günleri, tüm perdeleri kapatarak ve sabahtan akşama kadar televizyon izleyerek geçirdi. Her türlü habere, programa, belgesele bakıyordu. Beyni bir süreden sonra bir bakıma donma seviyesine geldi ve bir şey düşünemez oldu. Aklının başına gelmesi, zihninin sonunda panzehrini bulmasıyla sonuçlandı. Ben ne yapıyorum böyle, diye düşündü, resmen küçücük bir çocuk gibi davranıyorum.
Kalemi bir kez daha eline aldı Paulo, bu sefer düzgün bir konu seçmek istiyordu. Birkaç dakika düşündü. Aradığı fikir, önlerinde duran apartmana bakınca geldi. Bu apartman, çok eski ve genellikle kötü kiracılarıyla tanınırdı. Bir keresinde ziyaret ettiği bir daire, onun hafızasındaki unutulmayacak anılara kazınmıştı. Bu anıyı yazmak istedi ve bir güven geldi kendisine. Sonunda doğru düzgün bir konu bulmuştu ve çocukluk hayalinin gerçekleşmesi, ondan mutluluk yaratmıştı.
Tam üç saat boyunca, yirmi yedi sayfa yazdı. Bu sefer dikkatiydi ve ne yazım hatalarına ne de düşük cümlelere yer bırakmadı yazısında. Bitirdiğinde kendisiyle gurur duymuştu, yüzüne bir gülümseme ve iyimserlik havası geldi. Balkondan çıktığında, metinleri zımbalayıp uzun zamandır kullanmadığı masaya koydu.