"İşte burası bir ölünün yattığı yerdir,

Ve işte şurası önceden kalbinin attığı yerdir,

Gerdir cellat ipleri henüz çok bol, daha da gerdir,

Büyükannem hep iyi bir adam ol derdi."


"Sonu sanki pek iyi olmamış gibi. Üzerinde biraz daha deneme yapılması gerek," dedi siyah paltosu, kırmızı gömleği ve güneş gözlükleriyle iri yapılı adam.


"Yani şimdi sen dedin de fark... Lanet olası ne halt ettiğini sanıyorsun, az kalsın korkudan ölecektim," dedi köprünün üzerindeki parmaklıklara elleriyle sıkı sıkı sarılmış adam.


"Dostum, pek öyle özel bir yeteneğim yok ama buradan bakınca intihar etmeye çalıştığını anlamak için dahi olmama gerek yok. Buna rağmen korkudan ölecek olmak sana nasıl bir zarar verebilir?"


"Seni ruh hastası, nasıl öleceğimi kendim seçemiyorsam buna nasıl intihar diyebilirsin!"


"Ölmeyi bu kadar çok istiyorsan en azından bana ruhunu satsana. Sana pek yararı olacak gibi görünmüyor. Hani şey gibi düşün, giymeyeceğin ayakkabılarını bağışlamak gibi. Hem kontrat da imzalarız istersen, 10 yıl sende kalır, seni intihara sürükleyen her neyse bunun üstünden gelmen için sana dilek hakkı da veririm."


"Sen tam olarak kim olduğunu sanıyorsun, ne saçmalıyorsun?"


Üstünün kırışıklığını düzeltip kısa bir öksürmeden sonra iri adam konuşmaya devam etti: "Ben Şeytan'ım."


"Memnun oldum demek isterdim ama ben aklı başında bir ateistim. Yani şimdi düşün, eğer seni kabul edersem iki şekilde rahatsız olacağım. Birincisi, ateistlikten men. İkincisi ve en güvendiğim argümanım, aklımı kaybettiğimi düşüneceğim. Sen yerimde olsan ne yapardın?"


"Kendime daha düzgün kıyafetler alırdım, bu yağmurlu havada tişörtle dolaşmak pek de o güvendiğin akla uymuyor ha?"


"Dedi, gözünde güneş gözlüğü takılı olan manyak."


"Hey, eğer o gözlüğü çıkarırsam ebedi ateşleri ve yanan insanların feryatları karşısında ruhun bile erirdi."


"Tamam bayım, ne diyorsanız o olsun. Ama ruhumu satma gibi düşüncem yok. Burada öleceğim ve bu kadar. Sonrası yok. Yeterince yaşadım ve artık hayattan keyif almıyorum. Hem inanışa göre zaten intihar edersem de senin yanına gelmiyor muyum? Neden ruhumu almakla uğraşasın ki?"


İri adam hafifçe gülümsedi ve sonra gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Kısa süre içinde kahkahası yavaş yavaş azaldı ve yüzünde karamsar bir ifade belirdi. "Az önce birkaç milyon defa dolandırıldığımı fark ettim biliyor musun? Hem de kendim tarafından!"


"Dostum bu kadar üzülme, hayatta karşına daha başka fırsatlar çıkacaktır."


"İntihar etmeyi düşünen birinden hayat dersi alacak kadar kötü durumda olmam şu an pek de moral vermiyor."


"Neyse, ne halt ediyorsan onu yap. Saçma sapan sözlerin pek de umurumda değil." Ve sonra kendini köprüden aşağı doğru bırakırken son anını adama lanetler okuyarak, küfürler ederek geçirdi. Çünkü dünyada hiç birinin yüzüne küfürler ve lanetler savurup olaydan sıyrılmak kadar ona haz veren bir şey yoktu. Sonra ansızın gözlerini açtığında kabustan uyanmış gibi kalktı ve mutfağa doğru yürümeye başladı. Çığlıklar ve ateşler içinde kalmış mutfağına doğru. Orasının mutfak olmadığını anlaması uzun sürmedi. Sonra yaklaşan ayak seslerini duydu. Çığlıklara rağmen net bir şekilde yankılanan ayak seslerini.


"Merhaba sevgili arkadaşım. Çok bekletmedin desem yalan olur. Burada zaman kavramı biraz farklı işliyor da." Titreyen adama doğru yaklaşan iri adam sol elini adamın omzuna attı. "Ha bu arada şu son söylediğin şeyler vardı ya. Gel onu detaylı bir şekilde konuşalım seninle. İnan bana -ki eminim artık ateist olmadığına eminim, o yüzden bana inanacağına şüphem yok- son sözlerin bana yeni bir işkence yöntemi geliştirmemde bayağı faydalı oldu. Seni Ruh Bağırtan'la tanıştırayım, yeni icadım. Ve isminin neden bu olduğunu çabucak anlayacaksın."