Önümde bir fare belirdi. Ağzındaki nereden bulduğunu bilmediğim bir peynir parçasını ellerine alarak yavaştan kemirmeye başladı. Arkasından sinsi bir kedinin olduğunun farkında olmadan peynirini yemeye devam etti. Kedi ise büyük bir dikkatle ona yaklaşıyordu. Sessiz adımlarla sanki hiç yokmuş gibi daha da yaklaştı. Ve huzurla peynirini yemeye devam eden fareye doğru atıldı. Fare o ani saldırıyı fark etse dahi artık onun için çok geçti. Bu beton binalarla kaplı vahşi doğada av oluvermişti bile. Canlılar birbirlerini öldürmeye ne zaman başladı acaba? Tanrı denen şey buna nasıl izin verdi ki? Birkaç insandan duyduğuma göre tanrı, merhametli ve affedici bir olgu. Peki merhamet bunun neresinde? Tanrı katında kedinin fareden ayrıcalığı ne ki fareyi kendine bir av olarak görebiliyor? Peki canlılar buna ne zaman ikna oldu? Çokbilmiş şekilde konuşan bir insandan duyduğuma göre canlılar önceden dost bir şekilde yaşıyorlarmış. Kimse kimseyi öldürmeden, birbirlerini karınlarını doyurmak için yemeden ve korkudan uzak, sakin bir hayatları varmış. Sonra bir insan (adını tam hatırlamıyorum o insanın ama konuşan insan baya yüce biri olarak bahsediyordu) yasak meyveyi yemiş. Yasak meyve ise basit bir elmaymış. Ne olduysa ondan sonra olmuş. Herkes birbiri içimin bir av olmaya başlamış. Bana göre çok garip olan bir olay bu. Bir insan tek bir insan kişisel hırsı ve merakı yüzünden tüm doğaya hakim olacak ve bu zamana kadar sürecek olan savaşı ortaya çıkarmış. Benim oluşmam bile bu savaşın bir parçası o zaman. Birileri bir ağacı cezalandırmış kişisel rahatlamaları için. Sonra ben oluşmuşum. O ağaçtan bir parça olarak. Belki arkamda olan ve sıcak yaz günlerinde bana bir sürelik rahatlama sağlayan heybetli ağaç da benim atalarımdan oluşmuş olabilir. Aslında arkamda olan, sadece heybetini hissettiğim şey ile bir bağım olabilir. Hiç görmesem de varlığını hissetmek bana huzur veriyor. Aranızda bir bağ olmayan bir şey ile bunu hissetmek çok zor olmalı. Ama tabi bütün bunlar bir insandan duyduğum şeyler. Kişisel hırsı ve merakı yüzünden tüm dünyada savaş çıkarmaktan çekinmeyen hatta ve hatta bunu kendine hak gören varlıktan bahsediyoruz. Benimde var olmama sebep olan bu savaşa minnet mi duymalıyım yoksa beni asıl parçamdan ayırdığı için ondan nefret mi etmeliyim bilmiyorum açıkçası. Önümdeki farenin kedi tarafından parçalanmasına baktıkça öfke daha ağır basıyor gibi. (İnsanların merhamet dediği şey bu oluyor galiba) Farenin suçu neydi ki? Yakalanmak mı? Parçası olduğum şeyin suçu neydi peki? Bir toprağa yıllarca kök salıp yerinde öylece zararsız ve korumasız şekilde sabit durmak mı? Pek adil gelmedi nedense. Güçsüz olanın kullanıldığı, parçalandığı bir hayat adil midir ki? Belki de adalet böyle bir şeydir. Adaleti terazinin kollarının eşit olması gerektiği bir durum olarak açıklamak adil değildir belki de. Bilmiyorum. Bir insan olsam araştırırdım ama değilim ve önümdeki iç karartıcı manzara adaletin bu olmadığını düşündürüyor bana. Neticede ben alelade, basit bir bankım. Adaletin ne olduğunu bilmek benim görevim değil. Ben, insanlara birkaç dakikalık bir rahatlama fırsatı sunan, insanlar tarafından yapılmış ve yerine sıkı sıkıya yerleştirilmiş bir bankım.