Geçen gece durdurulamaz bir iç dürtü ile evin içinde dolap ile masa arasında git gel yapıyorum, beş sefer oldu! Beşinci bira içimdeki dürtüyü susturmaya yetmemişti. Dolapta kalan son birayı da yuvarladım bir iki çekişte. Birden kendimi sokağa attım. Direksiyona geçsem mi geçmesem mi kararsızlığı yaşadım bir an! Düşün! Pınar Caddesi son çare! Araba lazım olabilir, beş sokak aşağıda devamlı takıldığım publar öncelikli tercihim. Ama asla tercihim olmayan şeyin de farkındayım, eskilerden birini asla aramayacağım!
Bir anlık düşünce, hafif çakırkeyifliği esen soğuk sonbahar rüzgarı götürmüştü. Cebimdeki Camel Brown paketinden bir sigara çektim; mavi, telefon kulübeli logolu çakmağımla yakarken ciğerlerime kadar derin bir nefesle ateşledim sigarayı, içerken karar verme süresi kazanmak istedim.
Önemli bir karar aslında; işi basit, kolay, acısız, maddi bir yolla mı yoksa uğraş, çaba gerektiren, belki birkaç kadehlik masrafla mı çözmeliydim?
Aslında tüm iş gününün yorgunluğu üzerine durduramadığım dürtü ile zaman kaybetme taraftarı olmadığımı fark ettim ve arabaya yöneldim. Direksiyona geçtim, Pınar Caddesi'ne doğru yol aldım.
İçimde yine durmak bilmeyen, doğru ve yanlış muhakemesi başlamıştı. Genelde olur böyle, aslında koca bir yalan bu, her zaman böyle oluyor; doğru-yanlış kavram kargaşası bir on beş dakika-yarım saat, hadi bilemedin mükemmel bir saatlik eğlence için harcanan para gibi onur gurur hesabında oluyorum. Belki bu muhakeme yüzünden mükemmeli asla tadamadım.
Beynimde derin bir sessizlik ile kaldığım anda caddeye ulaşmıştım. Hızımı düşürüp sağ şeritte yavaş yavaş ilerlerken market raflarını seyredip, tartıp seçer gibi yol kenarındaki kaçak raflara bakıyordum.
Caddenin sonuna kadar seyir aldığım tarafta kasaplar vardı sadece. Bu abi ablalar ile işim olmazdı, bu kadar kötüsüne kalacağıma eski denenmişler ile geçirirdim geceyi. U dönüşü yapıp dönüş yolundaki kısımda çiçek satıcılarına bakındım. Saat daha çok erkendi, gece yarısını dokuz dakika geçmişti. Bu saatler çiçeklerini satmaya çıkanlar için erken çünkü bu saatlerde ümitsiz vakalar seyir halindeler genelde ve onların kağıtlarını; pis, kokuşmuş, kumar kokulu ağızlarını da, artistlik hareketlerini de çekebilecek ve kararlılık verecekler kasaplar olurdu.
Onların etleri hem daha ucuz olduğu için önce onlar sürülür caddeye.
Umutsuz caddenin dönüş yolunun yarısında gaza yüklendim, dayanılmaz kötü kokusu caddeyi sarmaya başladığı için. Evin yakınındaki Biraver mekanına geçtim, bir masaya oturdum, ellilik fıçı söyledim. Garson çocuk yeniydi, bilemediği için beni yitik yalnızlardan sandı. Bana sıcak bardakta, sidik gibi bira getirdi. İlk yudumdan sonra elemanı tekrar çağırdım. Bir elimle omzundan destek alarak, masanın yanından eğilerek bardaki Rıza'ya bardağı gösterdim. Rıza, çocuğa getir onu işareti yaparak bardakla bara doğru gitti.
Rıza, dostlarına ve güzel kadınlara icradan çıkma aldığı dondurma dolabındaki bardaklara dolum yapardı.
Bizim çocuk soğuktan bembeyaz olmuş, bardakla masaya gelip "Abi özür dilerim, ilk günüm, bilemedim. Rıza abi bu birayı benden keseceğini söyledi, ikramım olsun abim," dedi ve pişmanlığı yüzünden akarca uzaklaştı.
Çapraz yan masadaki bardaklar da buz gibiydi, dikkatimi burada öncelikli o çekerdi. Dedim ya, Rıza'nın arkadaşları erkek tayfasıdır ve diğer verdiği bardaklar ise bizlere hedef tahtamızı belirlemek için güzel bayanlardan olurdu.
Şanslı bir gecedeyim aslında, mekanda dört masada bembeyaz bardaklar var ve sadece ben arkadaş kontenjanından olanım. Sadece masama yakın bir masa var, mekanda köşeye, dibe geçmem salakça olmuş ve kalkıp yer değiştirecek gücüm de yok. Çapraz masaya kulak kabartıp ne konuştuklarını dinliyordum.
Görünüşlerinden tahmin ettiğim gibi otuzlarının ortasında üç banka çalışanıydı. Kulak kabartıp duyduğumda hangi banka olduğunu, benim çalışmadığım bir firmaydı. Nasıl dahil olsam konuya diye çizgi filmdeki çakal gibi planlar içerisinde durdum biraz. Bir tarafımda içten içe inandığı tanrısına dualar ederken. İnanan tarafım kazandı. Esmer olan lavabo için kalkarken elini dibinde kalan bardağa çarpıp benim üstüme attı bardağı. Birkaç saniyelik şok ve panik ile özür dilemeye başladı. Sorun olmadığını söyledim ve iyi olup olmadığını sordum. Çok acil lavaboya gitmesi gerektiği için panikleyip bardağa çarptığını söyleyince, acele olan işini bitirirse sanırım daha az zararlı çıkacağımı, zira üstümün daha da kirlenmesini tercih etmeyeceğimi söylediğimde içten bir kahkaha atarak sol ayakkabımı kirletmeyi başarmıştı. Bir utanç ile "Görüşürüz, en iyisi ben bir gidip geleyim," dedi. O gidince arkadaşlarının utangaç bir bakışla bana baktıklarını fark ettim biramdan derin yudum alırken.
Diğer kızlara "Sanırım bankada çalışıyorsunuz ve bugün bayağı sıkıntılı bir toplantı sonrası kafa dağıtmak istediniz," dedim. Utançlarının yerine şaşkınlık ile özür dileyerek arkadaşları adına, nasıl anladığımı merak ettiler.
Bankayı elbiselerinizden, bugün gelmenizi ise sıkıntılı bir toplantıdan anladığımı söyledim. Aslında tabii ki de biraz önceki kulak kabartmamda duymuştum, müşteri temsilcisiydiler ve yeni müşterileri bağlamaları gereken kotanın çok altında olduğu için müdürlerinden brifing almışlardı. Kızlar hemen anlatmaya başladılar konuyu, hesap yönetiminde açıkları oldukları için yeni müşteriler için daha çok çaba göstermeleri gerektiğini. Bunları anlatırken lavabodan dönen esmer arkadaş "Yeni müşterime bir içki ısmarlayacağım," diyerek arkadaşlarına, benim masama oturmuştu.
Alkolün etkisi ile direkt ne iş yaptığımı, hangi bankalar ile çalıştığımı sordu. Sıkı bir satıcı gibi köşeye sıkıştırmak istiyordu oysaki.
Ama en önemli ilk soruyu sormamıştı ki
ben de "Sanıyorum öncelikle adımı sorarak başlaman daha yararlı, doğru hareket olur," deyince aynı utangaçlığı yüzüne yansıtarak özür dileyip, kendini tanıtıp adımı sordu.
Sonrasında konu asla banka işine dönemedi.
Karşılıklı bira ısmarlamalarımız yan masadaki arkadaşlarını sıktı ve kalkmak istediler; Sinem, yani esmer kazazede arkadaşımız ise biraz daha kalacağını söyledi, arkadaşları ile vedalaştı.
Biz bir iki bira daha içtikten sonra Sinem bir fincan kahve ve ardından daha sert bir şeye ihtiyacı olduğunu söyledi ve bunu yapacak güzel bir yer var mı buralarda, diye ekledi. Ben de bu saatten sonra şehrin bu yakasında bulabileceği en iyi biranın burada olduğunu söyledim, daha lüksü buralarda yoktu çünkü. Ama isterse güzel bir kahve yapıp ardından Export romlarımı içmeye benim eve gelebileceğini söyledim. Bu kadar hızlı, net demek biraz beni endişelendirmiyor değil terso çıkar da mekanda laf eder diye.
Ev yapımı kahveyi hiçbir kahveciye tercih etmem, diyerek "Nasıl gideceğiz peki?" dedi. "Birkaç sokak yukarıda oturuyorum, istersen otoparktan arabayı çıkarttırayım çocuklara, istersen yürüyelim," dedim.
Cezai alkol sınırını çoktan aştık zaten, yüreyelim, biraz da kendimize geliriz, sızmayız en azından, dedi. Hesabı yaz diye işaret edip, Rıza'ya iyi sabahlar deyip çıktık. Yol boyunca nereli olup ne okuduğu geyiği ile, güzelleşen kafamı açtı. İçilen her şey boşa gitmişti yine.
Eve vardık, kahveleri kendisinin yapmak istediğini söyledi, orta iki kahve yaptı. İlk yudumda bir tuhaf geldi kahve, telvesi az ve şekeri hiç yok gibi geldi. Bunu belirten bir ifade ile bakınca "Neden, nasıl buldun?" dedi. "Tatsız tuzsuz olmuş." deyince ellerini dizlerime koyup destek alarak dudaklarını dudaklarıma yapıştırdı, gerçek bir french kiss yaptıktan sonra "Tatlısı bu olsun, tuzlusunu ise birazdan terle alırsın," dedi. Daha sonrası malum, koltuktaki ön çalışma, sonrasında yatak odasında başlayan kovalamaca ile devam etti, kendisinin tükenmesiyle uyuması bir oldu. Yataktan sessizce kalkıp balkona sigara içmek için çıktım. Camel Brown sigaralarımı bitirmişiz, sigaram kalmamış. Kardeşimin gelip gittiğinde unuttuğu sarma sigaradan bir tane alıp balkonda, sonbaharın sabah ayazındaki sert rüzgarında; altımda penye eşofman, üstüme bir şey almadan sigaramı yakıp kendimi kandıracak sözler ile bir nefes çektim. Ucuz bir geceden ucuz bir sigaraya.