3. İsmail'i İsmail Yapan Şeyler ve Beklenmedik Sonuçlar Doğuracak Bir Kaza


Hasan amcamın vefatından yaklaşık üç ay önce başladı her şey. Hayat sıradandı, rutine bağlamıştı; her şey ve herkes her zamanki gibiydi. Hasan amcam, köyün levazımatçısı olan bu adam, geçimini köylünün işlerini yapmakla sağlardı. Kurbanları o keser, tarlaları o sürer; tesisat işleri yapar, günlük yevmiye ile tutulur, ne iş verirlerse yapardı. Babası da öyleydi. O da babası ile birlikte gider, beraber çalışırlardı. Babasından sonra iş ona kaldı. O da geleneği sürdürdü ve yanına küçüklüğünden itibaren İsmail'i aldı. İsmail doğduğunda amcam henüz bekardı. Amcam evlenip çoluk çocuğa karışınca bile İsmail ile olan ilişkisi değişmedi. İsmail'i çocukluğundan beri çok sevdiği dillerde dolaşır dururdu. Fakat İsmail büyüyünce ve düşünceleri ile fikirleri artık oturunca aralarında anlam veremediğim bir ilişki oldu. Gerçekten de birbirlerini çok mu seviyorlardı, birbirlerinden nefret mi ediyorlardı anlamak çok güçtü. Yine de son ana kadar birbirlerinden ayrılmadıklarını biliyorum. Amcam, İsmail'e çok şey anlatırdı. Buna ruhen beslemek bile denebilirdi. İsmail pek konuşmazdı ama itiraz da etmezdi. Aslında dinliyor muydu o bile belli değildi. Bizim İsmail'di bu; her şey beklenirdi. 

Amcamın alimce konuşup durması bizleri yanıltmamalı. Evet, bir âlim gibi konuşurdu ama sonra da birden kızar, köpürürdü. Hatırlıyorum da bir koyun kesecekleri zaman amcam, İsmail'e: 

— Ah! İşte bir İsmail daha. Biz insanların da dünyaya geliş amacı bir İsmail olmaktır. Çünkü Allah en çok İsmail olanları sever. Bu koyun bizim için canını veriyor. Bizim de insanlık için can vermemiz gerek. İsmail olmak budur. Dinliyor musun ulan?

Bizim İsmail pek karşılık vermezdi. Amcam ısrarla söylemeye ya da dinletmeye çalıştığı zamanlarda İsmail öfkelenir, burnundan solurdu. Genel olarak verdiği tepkiler böyleydi.

İsmail aslında üniversite bile okumuştu. Fakat yine de amcamdan ayrılmadı. Bir iş arıyor muydu, sınavlara hazırlandı mı bilmiyorum. Amcamda ne bulurdu da giderdi onu da bilmiyorum. Fakat çok iyi hatırlarım, köy okulunda olduğumuz zamanlarda bile, okul dönüşü, çantasını eve bırakır amcamın peşinden koşardı. Üniversite zamanında da, tatillerde, neredeyse bütün zamanını onunla geçirirdi. Üniversite bitip eve döndüğünde de devam etti bu durum. Amcam hastanede ölene kadar yanındaydı. Dediklerine göre amcam öldüğü gece İsmail'e uzun bir nutuk çekmiş. Tüm detaylar aklımda değil ama en çok dikkat çekeni şöyleydi:

— Ben sana bir İbrahim olamadım. Fakat sen hala bir İsmail olabilirsin. Sakın unutma, Allah en çok İsmail olanları sever. Bu iş artık bizi aşıyor. Ucu dünyanın öbür ucuna kadar gitti. Bize yedirirler mi sanıyorsun? Sakın bu işin peşine düşeyim deme. O açtığımız deliği de kapat. Sana diyorum, bu iş artık sadece bizi değil, tüm bu şehri bile aşar. Hastaneden çıkınca gelip kontrol edeceğim seni ona göre. 

İsmail, amcamın yanında oturmuş, uzaklara dalmış gitmiş ve hiçbir şey söylememiş.

Maalesef amcam hastaneden çıkamadı. İsmail'in daha sonra neler yaptığını göreceğiz. Elimden geldiğince bu kapalı kutu herif hakkında bilgi edinmeye çalıştım. Bu süreçte kendisinin görüştüğü herkesle görüşmeye çalıştım. Doğrusu ben de, büyük amcam Tevfik'in oğlu İsmail'i ancak bu şekilde bir nebze tanıyabildim. Yine de amcam ve İsmail hakkında daha iyi bilgi sahibi olmak için tanık olduğum olayları paylaşayım. Bu sayede İsmail hakkında daha iyi fikir edineceğiz.

Mesela dedemlerin bahçelerini sulamak için bize oldukça yakın Asi Nehri'ne inmiş, su motorunu çalıştırmaya çalışıyorlardı. Aslında İsmail pek çalışmazdı, sadece amcamın yanında dururdu. Amcam motoru halatla sarıyor, çekip duruyor, gazlamaya çalışıyordu. Oldukça yorulmuştu. İsmail sessiz, dalgın izliyordu. Amcam:

— Şu meret de her seferinde sorun çıkarmasa olmaz. Bunu atıp yenisini almanın zamanı geldi. Ha, İsmail, ne dersin?

İsmail sadece baktı.

— Teknolojiye ayak uydurmak gerek. İşlerimiz her gün daha da kolaylaşıyor artık.

(Amcam öküzle tarla sürmeden patpat motoruna kadar geçiş dönemini yaşamıştı. Hatta en son tarımda kullanılan dronları inceliyordu.)

Su motoru çalışmıyordu ve amcam giderek kızıyordu. Alnından terler akmaya başlamıştı. Halatı çekiyor, motor boşuna dönüyor, çalışmıyordu.

 — Ne var yani bir kere de bu kadar yormasan. İsmail, gel sen devam et. Ben yoruldum. 

İsmail kıpırdamadı bile. Orada değildi sanki.

—Bizim oğlan okulu bitirsin, tüm bu işleri bırakmazsam ben de... Yeter, burama kadar geldi artık. Kendi tarlamı eker biçer, gül gibi geçinir giderim. Elin altında çalışmaktan da bıktım. Ha, İsmail, ne dersin? Bu tarla geçindirir bizi evelallah. 

İsmail uzaklara bakıyordu.

— Birkaç kuzu alır, İsmailler beslerim. Ama... Çok tuhaf. Dünyanın en masum yaratığına en acı yazgıyı yazmak... Ah, ama elbette. İsmail masum olmayacak da kim olacak? Masumiyet İsmaillerin ayrılmaz bir parçasıdır. Masumdurlar ki Allah en çok onları sever. 

Bu kez başını kaldırdı. İsmail'in dinlemediğini fark etti.

— Hey! Sana diyorum ulan it oğlu it!

İşte amcam, bir alimken böyle de birden bir iblise dönüşebilirdi.

İsmail öfkeyle döndü baktı. Ama bir şey demedi. 

Yine bana İsmail hakkında fikir veren bir başka hadise de şöyle, bizim mahallede komşunun tarlasını sürerlerken yuvasından düşmüş yavru bir kuş buldular. Amcam sürmeyi bırakıp kuşu eline aldı. Uzun bir süre yuvasını aradı. Bulamayınca kendi beslemeye karar verdi. O zaman İsmail'e:

— Bu kuşu neden biz bulduk biliyor musun? Çünkü bu yuvadan düştü ve her canlının rızkına kefil olan Allah bizim vesilemiz ile onu besleyecek. Bu sayede hem kuşun rızkı sağlanmış olacak hem de benim insanlığım gelişmiş olacak. Merhamet en önemli vasıfların başında gelir. İnsanlara ve özellikle diğer canlılara merhameti olmayan insanlardan uzak dur. Onlar insan değil, hayvan da değil, daha da aşağılardadır. Bu dünyaya gelirken bir hayvan olarak geldiğimiz için, insan olarak da veda etmek gerekir. Bir İsmail olmak gerekir. Allah en çok İsmail olanları sever. Bu kuşa olan merhametin seni de bir İsmail yapabilir. 

Burada çok nadir gördüğüm bir itirazla karşılaştım. Pek fazla konuşmayan İsmail itiraz etmişti:

— Peki ya kendi yavrusunu öldürüp yuvasından atan kuşa ne diyeceksin? Onlar İsmail değil, herhalde birer iblis mi?

— Bu doğadır. Doğada iyi kötü yoktur. Doğa ruhsuzdur. Doğadan neden bir ahlak beklentisi içerisine giriyorsun? İyi ve kötü bizler için vardır. Ve biz iyi ile kötüyü bildiğimiz için bu dehşeti de görüp ruhsuzluğun ve Allahsızlığın ne korkunç sonuçlar yaratacağını görebiliriz. 

İsmail yüzünü ekşitti ve daha fazla bir şey söylemedi. Evet, belki de İsmail'i İsmail yapan şeylerin başında hiççiliği geliyordu. Belki de anlam arıyordu. Belki de bir yaratıcının olup olmadığını sorguluyordu. Evet, evet bu kesinlikle olabilir. Yoksa hayatı pahasına neden onun peşine düştü. Neden parayı değil kitabı istedi? İsmail ne arıyordu? İsmail ne istiyordu? Cevabını benim de tam olarak bilemediğim soruyu belki ben de yazarken çözebileceğim. Evet, bu mümkün. Eğer bu yazdıklarım edebi bir metin sayılırsa sanata dahil edilebilir. Ve benim sanatın en sevdiğim yanı, yaratıcısından yaratılmayı istemesi değil, yaratırken yaratanı da yaratması.

Bu arada, söylemeyi unuttum, İsmail 27 yaşında. Kahverengi saçlı, sürekli kirli sakalı olan, boyu posu yerinde bir delikanlıydı. Yüzündeki sert ve sinirli ifade kalıcı olmasaydı yakışıklı bile denebilirdi. Ama o yakışıklıdan çok ürpertici idi. Bakışları delip geçerdi, öyle ki onunla göz göze gelince hemen gözleri kaçırma gereği duyardı insan. Sanki içini okuyormuş, her şeyi görüyormuş gibi... Şimdikinden uzun bir zaman önce, konuştuğu o ender zamanlarda, bana söylediğini hiç unutmam. 'Dünyadaki amacın mutlu olmak olduğunu sanmıyorum. Bence amaç anlamak. Mutluluk da anlam için işe yarar bir his. Fakat hüzün bence çok daha asil bir duygu. Hüzünlü değilken hiçbir şeyin içine giremiyor, hiçbir şeye tam anlamıyla yaklaşamıyor, kavrayamıyorum. Ancak hüzünlü olduğum zamanlarda her şey ve tüm bir doğa, tüm bir eşya bana anlamlarının kapılarını açıyor.

İsmail, amcamın oğlu, özbeöz kuzenim; anasını, babasını, her şeyini biliyordum. Kapı komşumdu. Nasıl büyüdüğüne bile tanığım (benden birkaç ay büyüktü sadece).

Ama bir insan nasıl bu kadar yabancı olabilirdi? Her şeyini bilmeme rağmen nasıl bu kadar yalnız görünebilirdi? Etrafındaki görünmeyen kalkan ile içini nasıl bu kadar sıkı koruyabiliyordu? Dışarıyla hiçbir bağlantısı yokmuş gibi ve sadece kendi içinin derinliklerinde kaybolmayı nasıl becerebiliyordu? Bazen kendisinden nefret etmeme rağmen yine de bu yüzden bende büyük bir hayranlık uyandırıyordu. 

Kendisini konuşturmaya az uğraşmadım. İlgisini çekecek konulardan bahsetmeyi denedim (İlgisini neyin çektiğini pek bilmiyordum o zamanlar). Bir keresinde onu evin önünde, yine uzaklara dalmış bir halde buldum. Selam muhabbetinden sonra:

— Ne yapayım, ben de evde birkaç belgesel izliyordum. Bilimsel belgesellerdi hepsi. İzlerken öyle bir büyüye kapılıyorum ki sanki bilim her tarafı kuşatmış, en uçuk ve en gelişmiş teknoloji her yeri sarmış gibi... O zaman Allah'a ihtiyaç olmadığını sezinler gibi oluyorum. Bu tuhaf bir his. Çok tuhaf. Elimde olmadan öyle düşünüyorum. Fakat sonra, bilgisayarı kapatıp sokağa indiğimde, her şey eski haline dönüyor. Hiçbir şeyin değişmediği o boşluğa. Güneşin altında yeni bir şeyin olmadığı...

İsmail gerçekten dönüp baktı. Gülümsedi hatta. Ama tek tepkisi bu oldu. Sanki benim söylediklerim onu daha da düşünmeye itmiş gibi daha çok derinlere dalmıştı.

Yine bir başka sefer ona Allah konusunu açmaya çalıştım. Ki İsmail'den bu konuda hep şüphelenmiştim. Dahası onun görüşünü deli gibi merak ediyordum. Dedemlerin bahçelerinde çalışırlarken yanlarına gittim. Amcam bahçede bir şeylerle uğraşıyor, İsmail az uzağında sadece izliyordu. İsmail'in yanına gittim. Yine hal hatır faslından sonra kendimi yeni bir kitap okumuş da bazı şeyleri merak etmeye başlamış gibi gösterdim. Ve direkt evrim konusunu açtım:

— Evrim de gayet mantıklı açıklamalar getiriyor. O zaman bana da bir seçim kalmak kalıyor sanki. İnanmayı seçmek... Evrime ya da Allah'a... Bu bir tercih, bir seçim meselesi olacak. Oysa ben isterim ki bu şey benden tamamen bağımsız olsun. Hem bilim, sadece evrendeki maddi şeyleri keşfetme, kullanma üzerine değil mi? Neden bilimi kullanmıyorum da inanmak zorunda hissediyorum ki? Kendi içimde, bilim ve Allah, neden karşı karşıya geliyor ki? 

İsmail pürdikkat dinledi. Bundan eminim ama yine de yorum yapmadı. Çok uzaklara daldı.

Evet, genel olarak yaşantılarımız bu şekildeydi. Sözü daha fazla uzatıp gereksiz konuşmuş olmak istemem. Zaten bundan sonra anlatacaklarımla hem yaşanan o büyük olayın hem de İsmail'in daha iyi anlaşılacağını umuyorum. İsmail üzerinde neden bu kadar durduğum merak edilirse de şunu söyleyebilirim. Ben İsmail özelinde tüm bir insan belirsin, görünsün istiyorum.

Bundan, yanlış hatırlamıyorsam dört beş ay önceydi. Amcam yine bir köylünün tarlasını sürmek için tutulmuştu. Hazırlıkları yaptılar. Amcam patpat motoruna binip yavaş bir şekilde süreceği tarlanın yolunu tuttu. İsmail de sırtına bohça gibi bir şey atıp yaya olarak takip etti. Yolda giderlerken amcamın alimliği tutmuştu yine:

— Haydi İsmail, haydi aslanım. 

İsmail başı yerde, sessizce gidiyordu.

— Aslında bu herifin tarlasını sürmeyecektim. Her sene sürmeyeceğim, sürmeyeceğim diyorum; sonra birden yumuşuyorum. Yahu be adam! Mazot olmuş kaç lira... Fiyattan iki kuruş ineyim diye bu kadar takla atılır mı? Zaten ne kazanıyoruz ki? Bize kalan ne? İşçinin, emekçinin hakkı ne zaman verilir İsmail'im? Neden bir işçi, en ağır işleri yaptığı halde, en azından insanca bir yaşama kavuşamaz? Yahu köşeyi dönelim demiyorum. Refah bir hayat sürmek neden bu kadar zor? Çalıyorlar aslanım çalıyorlar. Allah herkese rızkını vermiş fakat bu rızkın hepsi bize ulaşmıyor, çoğunu çalıyorlar. Adalet ne kadar önemlidir bilir misin İsmail'im? Adalet... Yani değil bir insanın, tüm bir doğanın, bir karıncanın bile hakkının teslim edilmesidir. Ama bu kulağa ne kadar da basitmiş gibi geliyor. Hayır, hiç de basit değil. Adalet, dinin temelidir. Bu dünyaya geliş amacımız insan olmaktır. Bunun da en önemli belirtisi adalettir. Kendi zararına da olsa adaletin kılıcına boyun uzatmaktır. İnsan olmaya açılan geçit, adalettir. Ama adalet sadece hakka riayet etme meselesi de değildir. Adalet içtedir. Adalet fakir açken tok yatamamaktır. Adalet kendi iç hesaplaşmanla kendini yargılayıp kendini adalete teslim etmektir. Fakat bu öyle kolay değildir. Adaletin bir neferi olmak kendinde başlar. Kendi içinde başlar. Kendi içinde adaletli olamayan dışarıda da olamaz. İşte İsmail olmak demek bu demektir. Tıpkı Hz. İsmail gibi adalete kendi boynunu uzatmak gerekir. İşte tam da bu yüzden Allah en çok İsmail olabilenleri sever. Bu dünya inşa olmalı, imar edilmeli ve insan, en insan bir şekilde bu dünyadan ayrılmalı. Vahşi, barbar insanlıktan şimdi bir kedi öldürülse ayağa kalkan bir insanlık... Evet, insanlık çok yavaş ve çok da zorlanarak da olsa gelişimini sürdürüyor. Diğer taraf bunu engellemeye çalışıyor, insanı en aptalca şeylerle uğraştırıp asıl hedefinden, insan olma hedefinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Kurbanlar verilecek, başaramayanlar olacak ama bu ilerlemeyi durduramayacaklar. Evet, insanın tek amacı hayvan olarak geldiği bu dünyadan insan olarak ayrılmak. Bu kulağa çok basit gelebilir. Fakat şu an dünyanın durumunu bilen, bunun ne kadar zor olduğunu da bilir. Kendi ile savaşa giren herkes bunu bilir ama bu savaşın bir askeri olmaktan da gurur duyar. Dinliyor musun?

İsmail oralı gibi görünmemiş olacak ki amcamın alimliği kısa sürmüş ve yeniden bir ifrite dönüşmüştü.

— Bana bak ulan, it oğlu it! Filozof mu kesildin başımıza? Nedir bu ağzını bıçak açmayan hallerin? 

İsmail öyle bir bakış attı ki birazdan amcamı parçalara ayıracak sanırdınız. Neyse ki tarlaya varmışlardı da tarla sahibi onları karşıladı ve olay kapandı. İşveren ile işçi arasında konuşulacak olanlar konuşuldu ve hemen işe girişildi. Römork söküldü. Gerekli takımlar takıldı. Amcam tarlanın başından sürmeye başladı ve İsmail her zamanki gibi kendine bir köşe bulup oraya çekildi. 

Amcam sürüyor, terliyor, arada duruyor, İsmail'den su istiyor; İsmail sadece söylenenleri yapıyor ve köşesine çekiliyordu. Birkaç saat sürdü bu durum. Amcam arada bir şeyler söylemeye çalışıyor, bağırarak konuşuyordu. 

— İsmail! İsmail!

İsmail gerektiğinde hareket ediyor, gerekmediğinde yani amcamın konuşmalarına kulak asmaması gereken durumlarda sessiz ve dalgın bakıyordu. Amcam yine kızıyordu. Fakat sesini duyuramıyor diye de kendi kendine söyleniyordu.

— Ulan ben seni adam etmesini bilirim. Sen dur hele! Aşık mı oldun nedir? Hiç mi konuşmaz bir insan? Sana gözüm gibi baktım. Kendi evladımdan evvel gördüm. Bu mu karşılığı? Bir saygı göstermek bu kadar mı zor? Ama ben ne yapacağımı biliyorum. 

İsmail'den yana baktı. İsmail heykel gibi görünüyordu. 

— İsmail! İsmail!

Sürmeye devam etti. Daha da kızıyordu, daha da terliyordu. 

— İt oğlu it. Ben sana ne yapacağımı bilirim. 

— İsmail! İsmail!

Bu sefer İsmail tam bakmıştı ki göz göze geldikleri anda motor da amcam da birden bir boşluğa düştüler ve görünmez oldular. İsmail ağzındaki sigarayı adeta tükürerek attı. Ve hemen amcamın yanına koştu. Amcamın üzerine gelen motoru kaldırmaya koyulmuştu ki amcamın ne kaza ile ne de yaralanmış olabileceği ile ilgilenmeyip çökmenin başladığı yere doğru dehşetle baktığını fark etti. Amcam:

— İsmail, dedi ürpertici bir sesle.

İsmail de o yana bakınca gözleri fal taşı gibi açıldı ve öylece dondu kaldı.