Kocatepe’de, Moskova’dan ve Bingöl’den gelen misafirlerle şiir üzerine konuşuyorduk. Çok öncesinden haberleşmiş olsak bile geleceklerine pek ihtimal vermemiştim. Çünkü akademik olarak hepsi doktora sahibi insanlardı. Benim gibi kıytırık bir şiir işçisinin ayağına hangi sebeple, hangi alçak gönüllükle iştirak edebilirlerdi. Ama gelmeden birkaç gün öncesinden yeniden haber etmiş olmaları aklımdaki bu soruları kısa süreliğine de olsa gidermişti. Arşivimin hepsini yeniden döktüm. Şiirlerim, şiirleri, şiirler; başlıklarıyla... Her şey çok güzeldi, arayıp bulamadığım insanlar ayağıma geliyorlardı. Asıl geliş sebepleri şehirdeki uluslararası bir festivalin davetlileri olmuş olmaları bunu pek değiştirmezdi. Ama şiir üzerine çalışmalar yapan bu akademik kariyerleri hiç fena olmayan insanların çalıştıkları konuyla özlerinin bir alakasının olmadığını hissediyordum. Bazı insanların yaşadıkları olaylarla, duyduklarıyla ve söyledikleri sözcüklerle değil de hissettikleri durumlara göre kararlar aldığını düşünüyorum. Önyargılarım; hiçbir zaman sorgulayamadığım, sorguladığımda dahi işin içinden çıkamadığım insanların değer yargılarını yıkıp atıyordu. Madem şiir üzerine çalışmalar yapıyorsunuz, şiir okuyalım, şiir yazalım. Şiirin ne anlattığını oturup tartışırsak büyük bir kavgayı baştan almış oluruz. Şiirin kendisi evrenselken anlattıkları bireyseldir. Ki ben yedi milyar insan için şiiri anlamaya çalışamam. Oturup bunun çalışmasını hazırlayamam. Hadi anlamaya koyuldum diyelim, neyi ne kadar anlayabilirim? Şiir anlaşılmak için var diyorlar, var. Var ama sen anla da bize anlat diye değil. Sen anla, sen yaşa. Sen anlamaya koyulmuşsun, anlatmaya koyulacaksın ama yaşamıyorsun Salih Bey. Üzerinde durduğun meseleyi ruhunla ve bedeninle yansıtmayı başarabilmiş olsaydın belki de sana bu şekilde yaklaşmaz ve yargıda bulunmaya cesaret edemezdim. Ama buna sen izin verdin. Siz gelmeden önce benim tek umudumdunuz, şiir için. "Gelecekler ve güzel işler yapacağız." diyordum kendime. Şiir dinletileri, edebiyat mecmuaları, afişler, şiir kitapları, şiir günlükleri, anlatılar, çaylar-kurabiyeler, biralar-havuçlar, bazen geceler, bazen gündüzler... Oturup anlatmak yerine anlamaya koyulurduk diye düşünüyordum beyefendiler. Hem şiiri yazan adam yazdığı meseleyi anlamış olsa bu şiiri yazar mıydı? Bir de çok irdeliyorsunuz, belki de o dizeyi o adam gerçekten iri memeli bir kadınla seviştikten sonra yazmıştır, somuttur ve yüzeyseldir. Olamaz mı? Yani ‘sabaha kadar durmadı, memeleri kocamandı.’ cümlesini ne diye deşiyorsunuz? Deşecek başka dize mi kalmadı Allah aşkına? Hem ayrıca o şiirin devamında ne diyor? ‘böylesi dert görülmedi, nefesim nefesinden öteye gidemedi – bir baktım sabah olmuş, sabah olmuş da ben göremedim.’ Buna ne diyorsunuz? Gayet açık ve net şair abimiz bir gece bir kadınla yatmış, sabahı da beraber etmiş. Olay bundan ibaret. Bunun dünyayla, evrenle, dert yasalarıyla ne ilgisi olabilir diyorum, bana iğneleyici gülüşler atıyorsunuz. Eğer oturup şiiri ayıklayacaksak, önce şiirlerin içinden kurtlarını ayıklamamız gerekir. Şu şiirin içini kemiren, şu şiirin sözde içinde gezinen kişileri ve maddeleri. Sinirlendirmeyin adamı, ben kalkıyorum.