-Ne düşündüm biliyor musun? Okuduğum bir çok imkansız sevgi hikayesinde, sevgi hep masumdu. İçinde şehvet barındırmıyordu asla. Bu bizim hikayemizse, biz bu hikâyenin neresindeyiz tam olarak. 

-Okuduğun hikayeler şayet yaşanmış ise şehvet kısımları çıkarılıyor, hayal ürünü ise atlanıyor. 

-Peki şart mı?

-Şart değil tabi. Şartlı sevgi mi olurmuş Allasen? Özenle hazırlanmış bir kahvaltı gibi, peynir tabağı yanında şarap gibi, güzel kıyafetler gibi. Şart değil ama olursa çok güzel olur, olmazsa dünyanın sonu değil.

-Peki şehveti çıkarmasa yazar, nasıl biterdi sonu bu hikayelerin?

-Sevmek tamamen kalp ile alakalı, hissetmekle. Sevişmek mevzubahis olunca ise işin içine beden giriyor, beden girince tabu giriyor, günah giriyor, kimlik giriyor, legallik, illegallik giriyor. Giriyor babam giriyor. Haliyle bu sevişmelere Şırnak'ta Konya'da hikâyeyi okuyan "günah" diyor, İzmir'de Çanakkale'de okuyan "vay be ne ateşli aşk" diyor. Yazar ise sevginin sadece kutsallığının konuşulması istiyor. Çünkü o her coğrafyada kabul görüyor. Sevişme olmadığı için kimse sormuyor "neden seviştiler" diye. Ama sevişseler "niye seviştiler ki şimdi bunlar" deyip soracaklar ve hayal güçleri sevginin evrensel kutsallığından uzaklaşıp bedene, hareketlere seslere indirgenecek. Belki de o büyülü kutsal sevgi bir anda bu şehvete yenik düşecek. Özellikle sevişmenin günah!!! olduğu coğrafyalarda yazarlar bunu yazamazlar korkudan. Kabul görememe belki de linç korkusundan. Senin okuduklarında muhtemelen bunlardan. Sevişmeyi çıkarmasa yazar sonu nasıl biterdi dersen. Coğrafyaya göre değişir. Yazara göre ise sabittir. 

-Ya sen?

-Ben derken? Yazar mıyım mı diye soruyorsun? Sevişmek benim sevgi anlayışıma gölge düşürmez. Aksine tat verir. Sen ne düşünürsün bilemem. İşte burada coğrafyadan, yetiştirilmekten, kimliklerden, ekonomik özgürlükten, geleneksel anlayışa kadar her şeyin kıstası geliyor. Ayrı tutulmalı mı? Bence hayır. Ama sevgi hikayesi salt sevişme üzerine de kurulmamalı kesinlikle. Öyle olursa ilk orgazmda biter her şey. Bu yüzden diyorum ki, seninle her şeyin tadına varmak istiyorum. Seni her şeyinle seviyorum çünkü. Bedeninle kalbinle ruhunla bakışlarınla. Ama seni kutsamıyorum. Peygamber değilsin, melek değilsin, tanrıça hiç değilsin. Harika bir kadınsın. Güzelsin. En başta evrende var olan her şeye karşı vicdanlısın. Masmavi gökyüzü, yemyeşil orman, sapsarı topraksın. Keşfedilecek çok şeyin var nezdimde. O yüzden diyorum, bulutundan yağmuru, toprağından çiçeği böceği, ormanından bin bir rengi hissetmek istiyorum. Sinemaya gitmek istiyorum mesela seninle. Konsere, yeni bir şarabın tadım gecesine, operaya mesela. Müzeye, resim sergisine, sanat galerisine... Metroya binmek, geminin güvertesinde çay içerken dalgaları ve uzaklaşan karayı seyretmek istiyorum. Temizlik yapmak, mobilya taşımak, evi boyamak istiyorum. Seninle yapacağım her şey demek, seni tanımak, kapılarını açmak, içine girmek, daha çok tanımak ve daha çok sevmek demek benim için. Daha basit olmak gerekirse kafamda seninle ilgili elli planım varsa bunların bir ikisi cinsellik barındırır içinde. 

- Beni çok tanıdın, çok sevdin diyelim. Bu daha çok üzmez mi seni peki?

- Hayır. Ben seni terk edebilecek kadar çok seviyorum. Desen ki şu an ayrılalım. Hemen seninle iletişimi kesebilirim. Yıllarca görüşmeyebilirim. Ama seni sevebilirim de. Vazgeçilmezim değilsin çünkü. Ben seni arabesk sevmiyorum. Gidersen ah vah etmem, varlığında etmediğim gibi. 

- Varlığımla yokluğumun hiç farkı olmayacak mı sende?

- Olmayacak evet. Çünkü ben seni varlığında da yokluğunda da aynı seveceğim. 



Tablo: Rene Magritte / Aşıklar / 1928