75. Cannes Film Festivali’nde adından söz ettiren ve festivalden Fibresci Ödülü ile dönen Leyla’nın Kardeşleri, festivalin ana yarışmasına seçilerek aslında bir sürprize imza attı. Saeed Roustayi’nin üçüncü uzun metraj filmi olarak kayıtlara geçen bu değerli yapım, İran toplumunun aile yapısına ve kadına bakışına yönelik gerçekçi yaklaşımıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Ancak ben bu filme dair övgüden çok yergilerimi ifade edeceğim. Çünkü yönetmenin Sonsuzluk ve Bir Gün (Abad va Yek Rooz) filmini bildiğim ve çok başarılı bulduğum için, Leyla’nın Kardeşleri’nin beklentileri karşılayamadığını düşünüyorum. En azından benim beklentilerimin altında kaldı.


Künye


Saeed Roustayi imzalı Leyla’nın Kardeşleri (Baradaran-e Leila), Cannes Film Festivali’ndeki başarısıyla adından söz ettirse de İran’da, hükümet onaylamadan festivalde gösterildiği gerekçesiyle yasaklandı. 2022 yapımı bu filmin oyuncu kadrosunda ise Taraneh Alidoosti (Leyla), Navid Mohammadzadeh (Alirıza), Payman Maadi (Manouchehr), Farhad Aslani (Parviz), Saeed Poursamimi (Heshmat) gibi İran sinemasının parlayan yıldızları bulunuyor. Ancak oyunculuklarını da eleştireceğim.


Konusu


Leyla’nın Kardeşleri, İran’da yaşanan siyasi ve ekonomik problemlere, kadının toplumsal rolündeki adaletsizliklere, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine; bunların yanında yozlaşmış ve erozyona uğramış düzene değinen bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Değindiği tüm konuların merkezinde de yokluğun ve fakirliğin pençesindeki bir ailenin ekonomik buhranı var. Bu aileyi, bu çıkmazın içerisinden çıkarmaya çalışan Leyla ise, 4 erkek kardeşiyle beraber annesi ve babasıyla da mücadele etmek zorunda kalıyor. Ancak onun uğraşı müflis bir çaba. Film, varlığı görmezden gelinen güçlü kadınların statükoyla mücadelesini beyazperdeye taşıyor.


Genel Eleştiri


Sosyal medyada ana akım ‘sinema toyları’ tarafından ‘yere göğe sığdırılamayan’ Leyla’nın Kardeşleri filmi, içerisinde barındırdığı öğeler itibariyle gerçekten ilgi çekici bir yapım olsa da, aynı zamanda sinema perspektifinde birçok eksiği olan bir yapım. Bir filmin bu kadar yüceltilmesini, mükemmel ve eksiksiz olarak gösterilmesini anlayamıyorum. Bu filme ‘nefesi kesilenler’ sanıyorsam ‘’A Hero’’, ‘’Şeytan Yoktur’’, ‘’A Separation’’, ‘’Turtles Can Fly’’, ‘’Border’’, ‘’The Salesman’’, ‘’A Man of Integrity’’, ‘’About Elly’’, ‘’The Stoning of Soraya M.’’ ve Abbas Kiyarüstemi’nin ve Mecid Mecidi’nin filmlerini izlememiş. Bu filmleri ve yönetmenleri çoğaltarak yazabilirim. Tüm bunlarında yanında yönetmenin Sonsuzluk ve Bir Gün filmi var taş gibi. Bunu da mı izlemediniz yahu? Leyla’nın Kardeşleri nefesinizi kesiyorsa herhalde bu saydıklarıma taparsınız. Neyse.


Genç ve başarılı yönetmen Saeed Roustayi, İran’ın önemli sorunlarına ciddi dokunuşlar yaparak güzel bir hikaye ortaya koymuş. Genellikle yoksulluk konusunu hikayelerinin ana teması olarak işleyen yönetmen, bu ana temasının etrafını farklı konularla süsleyen tarzıyla ön plana çıkıyor. Bu filminde de yoksulluğun yanında İran toplumunun aile yapısı, kadına biçilen basmakalıp roller, çarpık düzen gibi konulara değiniyor. Elbette ki yönetmenin toplumsal dönüşüm ve mesaj verme kaygısını anlıyoruz. Bu kaygılarla ortaya önemli bir yapım çıkarmış. Ancak sinema, sadece konular bütünü değildir. Sinema, toplumun yarası olan konuların nasıl işlendiğiyle ilgilenir. Öyle olmasaydı sanatsal bir gerçekliği de kalmazdı değil mi? Bir filmi sadece değindiği konulara bakarak yorumlamamız, bir analiz ortaya çıkarmamız mümkün değil.


Eleştirel İran sinemasına hizmet eden bir yapım olarak dikkat çeken Leyla’nın kardeşleri, senaryo bağlamında bariz eksiklikler barındırıyor. Ortaya mizansen bir anlayış çıkarsa da karakterlerin şu an ki yapısını anlamak için çaba sarf etmeniz gerekiyor. Hatta karakterler bir yerde anlaşılmaz oluyor. Karakterlerin öncesini anlamak için, şu an ki durumlarını izlemek yetmiyor. Elbette ki insan doğrusuyla yanlışıyla, her şeyiyle insandır. Karakterlerin tüm yönleriyle işlenmesi, izleyici açısından gerçekten keyifli bir durum. Ancak bu filmde karakterler adeta çorba olmuş. Kimin ne olduğunu, geçmişte ne yaptığını, ne tür bir hissiyat içerisinde olduğunu anlayamıyorsunuz. Karakterlerin izleyiciye aktarımı açısından büyük bir kaos mevcut. Özellikle başarılı oyuncu Payman Maadi’nin canlandırdığı Manouchehr karakteri oldukça zorlama bir karakter. Leyla ve Alirıza karakterleri dışındaki tüm karakterlerin aşırı zorlama olduğunu düşünüyorum. Oyuncular iyi olsa da her rolü iyi oynayamayacaklarını bu şekilde görmüş olduk. Burada yönetmenin öngörüsüzlüğü dikkat çekiyor.


Karakterlerin işlenişindeki sorun, senaryoya da yansımış. Bunun yanında senaryonun kendi haliyle de sorunlar barındırdığını düşünüyorum. Sekanslar arası geçişler bazı noktalarda amatörce işlenmiş. Karakter merkezli ilerleyen filmlerde, senaryonun karakterleri iyi bir şekilde açıklaması, anlatması gerekmektedir. Bu yapımda karakterlerin iç yapısını, senaryonun hiçbir noktasında net olarak göremiyoruz. Bu da filmi havada bırakan bir eksiklik. Genel anlamda sağlam bir temele oturmuyor izlediklerimiz. Hep bir fluluk mevcut.


Tüm bu eksikliklerin yanında, konusu itibariyle dikkatleri çekse de bir kahraman çıkaramıyor film. Filme İran’ın mevcut politik düzlemi üzerinden bakacak olursak, kadının çığlığını bastıran bir ataerkil düzene eleştiri getiriyor. Kadının toplumsal cinsiyet eşitsizliğine maruz kaldığını ifade ediyor. Ataerkil düzenle beraber gelenek ve göreneklerin de en çok kadınların ayağında bir pranga olduğunu belirtiyor ancak filmin merkezindeki Kadın karakteri Leyla’nın bir kahraman olduğunu da göremiyoruz. Yönetmenin bir kahraman çıkarma kaygısı yoksa, onu da anlıyorum elbette. Genel anlamda bakılırsa bu konuda da bir eksiklik gözüme çarptığı için belirtmek istedim.


Övgüsel


2018 yılında İran’a gerçekleştirdiğim 10 günlük seyahatte, aslında tüm önyargılarım bir bir yıkılmıştı. Eleştirel İran sinemasından ve medyada çıkan haberlerden İran rejiminin özellikle kadınlar üzerinde ne kadar baskıcı bir tutum sergilediğini görüyorduk. Oradayken aldığım bilgiler ve gördüklerim ise tam tersiydi. Kadınlara özel dolmuşlar, bisiklet yolları gördüm. Sokaklarda, kapalı mekanlarda erkeklerin kadınlara karşı oldukça kibar ve nazik olduklarını gördüm. Gittiğim resmi programlarda basın mensupları ve fotoğrafçılar çoğunlukla kadındı. Elbette 10 günlük seyahat genel toplum yapısını anlamaya yetmez ancak gördüklerim beni şaşırtmıştı.


Güçlü bir kültüre sahip olan İran’ın, sineması da oldukça kuvvetli. Dünya genelinde en güçlü sinemalardan biri olarak kabul ediliyor ki bunu da fazlasıyla hak ediyor. Ülkede her büyük mahallede bile bir sinema salonu var. Bu açıdan filmlerde işlenen konuları yabana atmamak gerekiyor. Genel anlamda kadınların rejim tarafından baskı altında olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Leyla’nın Kardeşleri’ni baskıcı rejime, kadınları toplumun son halkası haline getiren gelenek ve göreneklere karşı bir direniş örneği olarak görmemiz mümkün. Ayrıca İran’ın kadınlara yaklaşımı konusundaki toplumsal çürüyüşünü cesur bir şekilde beyaz perdeye taşıması takdir edilecek bir davranış. Filmi sadece konusu bağlamında övebildiğim için üzgünüm. Keşke bir ‘’A Hero’’, ‘’A Separation’’ ya da yukarı da bahsettiğim filmler kadar iyi işlenseydi. O zaman Oscarlık bile olabilirdi.


Saeed Roustayi genç bir yönetmen. Şimdiye kadar önemli bir filmografi oluşturdu ve yeni üretimler yapmaya da devam edecek. Tecrübeli isimlerin ve önemli yapımların bulunduğu Cannes Film Festivali’ne henüz yolun başındayken katılabilmesi ve üstüne bir de ödül alabilmesi elbette çok büyük bir başarıdır. İlerleyen süreçlerde sağlam yapımlarla tekrar karşımıza çıkacaktır. Bunu yabana atmadan eleştirilerimi yapmaya çalıştım. Şimdi tüm bu eleştirilerimi bir kenara bırakın ve izlemediyseniz açıp izleyin.


Film “Anne-babanın sorumluluğu, çocuklarını eğitmek. Ama bazen de çocuklar ebeveynlerini eğitmeye mecbur kalıyor” repliğiyle akıllara kazınacak.