Başlamadan sona gelmiştim ben. Sürecin içinde kendimi görmemiştim. Birden bir şey oldu ve ben sona geldim. Başlangıcımı yitirdim bu dünya zemininde bir problemdim. İleri gidememenin hüznü içinde kendime sinerdim. Pusup kalırdım. Öylece. Alelade bir yerde. Issız. Yutkunmam gerekiyordu, dünyada boğulmamam için. Gözlerimi kapatmam gerekiyordu, görmem için. Ve kulaklarımı ve şeyi bir nedene bağlayan dünyamı. İşte bu kadar kolay görünen şayet zorluk içinde kıvranan izler taşıyorum gözlerimde ve yüzümde. Çeyrek asra yakın bir deneyimim ve geçmişim vardı, bir gece karanlığında yakılana kadar. O kadar parlaktı ki gözlerimi kapatma cüretinde bulunmak hadsizlikti geceye. Hayal eşiğinde haya ederim kendime, bu vakte kadar nasıl sindirdim ve nasıl ezdim geçmişimi. Kara bir eldi, sürekli omzumda duran ve kalkmadıkça ağırlaşan. İsli ve rutubetli bir kokusu vardı rahatsızlığına rağmen başımı çevirmediğim. Birisi bir gece kulağıma eğilmiş ve hazır ol vaziyette şunları demişti; çatışman gerek. Devamı için beklemiştim ve sonuna geldiğim zamanın eşiğinde, o cümlenin sonuna gelmemiştim. Ne kadar acı ve ironik. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler günleri, günler aylara ve aylar yıllara karışmıyor gibiydi. Olduğum gibiydim. Karışmasını bekler gibi sabahı beklerdim. Beklemelerim beklemedi beni. Demiştim ben, yalnızlığın daniskasını yaşıyordum. Avutucu bir hakikati anlatmanın farklı yollarını arıyordum. Ben ölümdüm. Ne işim vardı ölümü terk eden hakikatle. Ve ben sonuma gelmiştim. Hakikatin üstünü başını ezerek. Elimde olmayan şeylerle. Fırlatıp attım her şeyi zihnime. Bir bumerang gibi her gece cehennemi yaşamak zorunda kalan bir ben değildim. Ruhumda vardı sırada. Ve benim sıram geçmişti. Ruhum oturmuştu dar ağacında. Öylece bekliyorum. Ben ruhumu. Ruhumda beni...