Üsteki başlık kalabalığı, bu yazının başlığının ne olması gerektiği konusunda yaşanan bir kararsızlıktan çok, eğitim-öğretimin yakalayabildiğim her bir ucundan tutarak, kilitlendiği noktanın aynı yer olduğunu gösterme çabamdan kaynaklanmaktadır.

   

 İnsan, içinde bulunduğu gerek nesneler dünyasını, gerekse duygu ve düşünce dünyasını keşfetme merakı ile donatılmıştır. Bu merak duygusunun yönelimleri ve miktarı, öznesi adedince farklılık göstermektedir. İnsanın bu özelliği, beraberinde öğrenme eylemini doğurur. Öğrenmek fiili düşünmek, düşündükten sonra anlamak gibi anlamları içeren bir etimolojik kökene sahip. İçerdiği bu anlamlardan da anlaşılacağı üzere öğrenme, dayatılan bilgileri şuursuzca zihnimizde depolama değil, düşünme ve anlama aşamalarından oluşan sonuç bildiren bir eylemdir. Burada düşünme eylemi ile hedeflenen insanın iç dinamiklerini tanıma, arzu ve istidadının hangi yönde olduğunu keşfetme aşamasıdır. Bundan sonraki aşama öznenin zihninde artık görebildiği soru işaretlerine uygun cevaplar araması-bulması yani bilgiyle buluşma aşamasıdır. Bazı felsefik teoriler insanın bu yolculuğu tek başına da sürdürebilme olasılığını kanıtlamaya çalışmış olsa da her kişi için bunun mümkün olamayacağı açıktır. Dolayısıyla bu ihtiyacı karşılamak için insan tabiatı ile uyumlu ve sistemli bir eğitim-öğretim metodu zarureti doğmaktadır. Fakat çoğu zaman eğitim-öğretim, otoriteye itaat, sosyal normlara uyum gibi psikoloji üzerinde etkin faktörleri de negatif kullanarak, düşünme, merak, keşif, kişisel ilgi alanları gibi farklılık arz eden ve öğrenme eylemini tamamlayan unsurları sınırlandırarak öğrenmeyi, işlevselliğini kaybetmiş nesnel ölçütlerle nicelik kazandırılmaya çalışılan "başarı" odaklı bir metot haline dönüştürmüştür.