Hiç hazırlanmadım üniversite sınavına ama bilinçli bir hazırlanmama bu, yani aslında bilinçli bir hazırlanma da herhangi bir şey bilinçli bir şekilde yapılınca, yani tüm durumlar göz önüne alınınca, yapılan eylem hem olumlu ve olumsuzdu. Çünkü kendince en gerçek şekilde görüyordun, aynı bahsettiğim gibi, ayrıca hatalı da eksik de. Zaten eksik olan şey hatalı değil midir? Emin değilim. Neyse. Okuyacağım şehirde bir felsefe derneği bulmuştum, ne mutlu bana. İnternet aracılığıyla yapılacak en yakın zamandaki toplantının yerini ve tarihini öğrendim. O gün geldi çattı ve nasıl olacağını planladım, sohbetin konusu eşitlik kavramıydı, bana göre eşitliğin ne olduğunu ve toplantıdaki insanlara nasıl bahsetmem gerektiğini hızlı bir şekilde düşündüm ve tekrar ettim. Herhangi bir şey yapmadan önce nasıl olacağını tahmin etmek sevdiğim bir alışkanlıktı. Aslında bir bilimdi bence, herhangi bir şeyin nasıl olduğunun teorisini kafanda kuruyorsun, ardından deneyimliyorsun ve sonuç olarak sentezliyorsun. Düşünen her insana öneririm. Hayatınızdaki olaylar hakkında nasıl düşünmeniz gerektiğini ve nasıl hareket etmeniz gerektiği hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı oluyor.
Felsefe derneğinin önüne geldim. Sarı, iki katlı, eski ama estetik çatısı olan bir binanın ikinci katındaydı. Birinci kattaysa binanın girişinin solunda bir Arap havayolu şirketinin bilet satış noktası vardı. Orada felsefe derneği olduğunu tek belli eden şey bina girişinin üstündeki falanca felsefe derneği yazısıydı. İkinci kata çıktım, kapıyı çaldım. Beni bir metre seksen santim boylarında kafasının orta kısmı kel diğer tarafları kısa siyah saçlı, kahverengi gözlü, parlak demir parçaları olan çoğunluğu siyah plastikten oluşmuş çerçevesiz gözlüklü, hafif siyah top sakallı, sırıtan, siyah gömlekli, sol bileğinde saat olan, gökyüzü mavisi kot pantolon giyen, sol kulağı gümüş küpeli bir adam karşıladı. Size boş şeyler anlatıyormuşum gibi gelebilir. Ama aslında bunlar insanların nasıl olduğunu anlamak için temel şeyler. Ve ben bu temel şeyleri size kötü ve eksik bir şekilde aktardım. Gerçi eksik olan zaten kötü değil midir? Bilmiyorum. Neyse. Hafifçe sırıtarak bana "Hoş geldiniz, kime gelmiştiniz?" dedi. Kapıdan gözüken salonda taburelerde kahvelerini yudumlayıp toplantının başlamasını bekleyen insanları ve binanın girişindeki yazıyı görmesem açıkçası yanlış kapıyı çaldığımı düşünecektim. Adamın gözlerine bilinçli bir şaşkınlıkla bakarak "Felsefe derneğine gelmiştim." dedim. "Ha, o zaman doğru yerdesiniz, buyurun içeri." diyerek beni içeri aldı. Sanırım şaka yapmayı seven bir insan, ya da hiç anda değil, belki de kafayı sıyırmış diye düşündüm. Bana oturacak bir tabure verdi "Çay ve kahvemiz var ister misiniz?" diye sordu. Ben de kibarca kahve rica ettim. Normalde salondaki insanları gözlemlerdim, benim gibi felsefeye, bilgiye aşıklar mı yoksa farklı nedenlerden buradalar mı diye kendimce kendi kafamda bir teste sokardım onları habersizce. Ama nedense hiç umurumda değildi. Toplantının başlamasına on dakika vardı, beş dakika kala beni içeriye alan adam kahve getirdi ve bana uzattı, teşekkür edip kahveyi aldım nazikçe. Dostlarım, normalde böyle durumlarda kahveyi getiren kahveyi alana verdikten sonra oradan uzaklaşırdı, başka şeyler yapardı, ne yaptıklarını bilmiyorum ama işte başka şeyler yaparlardı. Ama bu adam belini bükmüş bana aval aval bakıyordu, ben de kahvemi yudumlayarak ona bakıyordum. Otuz saniye kadar birbirimizin gözlerine baktık. Salondaki herkes de bizi hayretle seyrediyor, bazıları kıkırdıyordu. Neden sessizliği bozmadığımı bilmiyorum ama onun bozmasını bekledim. Ayrıca adamın suratını tarif etmek imkansız arkadaşlarım, ciddi desen değil, duygusuz desen değil, hayatımda ilk defa böyle bir surat ifadesi gördüm. Otuz saniye sonunda adam ağzı kulaklarına varana kadar gülümseyerek dikildi, borcunuz elli altın dedi. Oturduğum tabureden kahvemi yudumlayarak hâlâ adama bakıyordum sessizce, kesinlikle adam, avam mantığı bile olsa, mantıklı bir söz söyleyene kadar ses çıkarmayacaktım. Adam on saniye sonra, şaka yaptım canım, dedi eline bir tabure aldı ve herkesin karşısına oturdu. İki kere boğazını hızlı bir şekilde temizleyerek:
-Ben Serapis, bu felsefe derneğinin başkanıyım. Bu toplantıda çok fazla yeni yüz olduğundan dolayı kendimi tanıtmak istedim. Bugün eşitliğin ne olduğunu tartışacağız. Bunu ilk başta herhangi birinizin kendince eşitlik kavramını açıklamasıyla, ve bizim ona antitezler üretmemizle başlamak istiyorum.
Bu adamın yönetici olduğuna şaşırdım açıkçası. Bunun gibiler yüzünden insanlar birbirlerine felsefe yapmayın kafayı kırarsınız diyor. Adam ilk başta filozofların eşitlik kavramını toplantıdakilere anlatmaması ve bizim görüşümüzle başlamak istemesinden dolayı, bizi kendince bir teste soktuğunu düşünmeye engel olamıyordum, ne de olsa ben de bunu çok yapıyordum, ve bu benden kaçmazdı. Adamın amacı bizim bilgimizi, potansiyelimizi, konuşma becerimizi belki de tavırlarımızdan nasıl bir kişi olduğumuzu öğrenebilmekti. E ben de bu adamın dikkatini çekmiştim sanırım. Hemen atladım ortaya "Ben söyleyebilir miyim ilk? Ben söyleyeyim." Başkan, "Tabii buyurun, zevk duyarız. Ayrıca isminizi öğrenebilir miyiz?" dedi. Ben de sanki otistikmişim gibi "Zenon ben." dedim. Yanlış anlamayın arkadaşlarım, buradaki otistik kelimesini otistiklerin konuşma stillerine benzediğinden ve güzel bir anlatım olduğundan ekledim. Ayrıca hayatımda karşıma çıkan otistikler hep ilgimi çekmiş ve güzel bir sohbet sonrası genelde onları sevmişimdir. Neyse.
Konuşmaya başladım.
-Konuşmama çok sevdiğim ve hayatımda defalarca kullandığım, bana göre insanların tanımından bahsederek başlamak istiyorum. Bana göre insanlar, yani sizler, benim dünyanın farklı yerlerinde doğmuş büyümüş, farklı aileler tarafından yetiştirilmiş, farklı arkadaşlıklar edinmiş, farklı ortamlar görmüş, farklı genlere sahip, farklı farklı klonlarımsınız. Eşitlik kavramına gelince, bence bu kavram deneyimlerle çok alakalıdır, hiç bir insan eşit değildir ve eşit olmamalıdır da. Dediğim gibi hepimiz farklı yerlerde doğduk, bu konuda bir eşitlik göremiyorum, hepimiz farklı aileler tarafından yetiştirildik, bunda da eşit olduğumuz bir konu göremiyorum.
Derken hemen biri lafıma girdi. Saçlarını turuncuya boyamış, hafif tombul, siyah gözlüklü bir kadın, hemen beklediğim ve benim anlatmamı kolaylaştıracak avam anlayış şeklini sergiledi.
- Yani size göre parası olan bir ailede büyüyen ve güzel bir coğrafyada yetişen birisi, bunun aksini yaşayan birinden üstün müdür?
Açıkçası kelimeleri bu kadar iyi olan, ve zeki olduğunu tahmin ettiğim birisinden söylemimi bitirmesini beklerdim. Ama dediğim gibi bu da sentezimize yardımcı olacak.
-Ben de bu soruyu bekliyordum açıkçası. Cevabım hayır. Bence aynı çağda yaşamış insanlar hiçbir şekilde birbirlerine karşı üstün değillerdir, çünkü aynı sınıra sahiplerdir. Para konusuna gelirsek, burada eşit olmamalarının nedeni deneyimlerdir. Bir insan fakirlik dolu bir gençlik geçirir ve ona göre beyni şekillenir, diğer insansa zenginlik dolu bir şekilde gençlik geçirir ve beyni buna göre şekillenir. İkisinin de bakış açısı farklıdır, eşit değildir, biri diğerinin tonla farklı nedenden dolayı hayata farklı bakıyordur, diğeri de aynı şekilde. Söylemimin başında da belirttiğim gibi insanlar asla birbirlerine eşit olamazlar, çünkü her zaman hayatlarında diğer insanlardan farklı olarak veya farklı bir şekilde deneyimledikleri olaylar vardır. Ayrıca söylemimin başında da dediğim insanlar eşit de olmamalı, çünkü eşit olmak demek, herkesin aynı olması demektir ve herkes eşit olursa yani herkes tıpa tıp aynı şeyleri deneyimlerse, ki bu mümkün değil, aslında biz diye bir şey olmayız, teşekkürler konuşma hakkı verdiğiniz için.
Bir kaç saniyelik bir alkışlama ardından başkan:
-Asıl biz teşekkür ederiz fikrini belirttiğin için. Başka fikri olan var mı acaba?
Ve burası benim için önemli olan kısımdı belki hayatımı etkileyecek olaylar sıralanışının başlangıcıydı. Eğer kendini geliştirmiş insanlar buradaysa, onlardan yeni bilgiler öğrenebilirdim. Benim gibi bir bilgi aşığının buraya gelme amacı buydu. Ama sonuç hüsran arkadaşlar. Tüm insanlar eşitti çünkü iki taraf da insandır diyen ve ona katılanlar, hiyerarşiden dolayı insanlar eşit değildir diyen ve ona katılanlardan başka bir şey yoktu burada. Avam bir yerdi. Aslında bunun beni hüsrana uğratması benim hatamdı, her zaman hayatta en kötüyü beklemek gerekirdi, ne zaman hayalini kurduğumuz bir şey şıp diye gerçek oldu ki? Artık insanlardan kaçmak, uzaklaşmak, kendime yeni bir macera bulmak, yeni kitaplar arasında farklı bir yerde ayrı bir serüven yaşamak istiyordum, kaçıp gitmek istiyordum. Geldiğim şehir de böyleydi, ondan önce olduğum şehirde. Umutsuzca kötü bir alışkanlık olarak ismini koyamadığım bu arayışa devam edecektim. Sonrasında istemsizce bağımlısı olacaktım bu kaçamama kötü alışkanlığına, hayata. Bunu bilerek umutsuzca ismini koyamadığım arayışıma devam edecektim, daha fazla sorun ve daha fazla rahatsız edilerek. Gitgide gereksiz durumlardan dolayı potansiyelim körelecekti, aptallaşacaktım, şu anki bilinçli kişi yerini umursamaz bir adama bırakacaktı. Yaşlanıp bacağımda battaniyelerle, somurtkan bir şekilde geçmişe bakınca hüsrana uğrayacaktım. Ağlamak isteyecektim ama bu kötü alışkanlığa o kadar bağımlı olmuştum ki, ağlayamayacaktım, artık bunun için ağlama düşüncesi bile olmayacaktı.
Kendimi eve kapattım, düşündüm. Daha çok düşündüm. Üç gün boyunca yemek yemek, su içmek, duş almak, tuvalete girmek ve beynimin aşırı düşünmeyi daha iyi yapabilmesi için sigara içmek dışında bir şey yapmadım. Ne yapmam gerekiyordu? Üç günün ardından bunun cevabını buldum. Ben isimsiz bir arayıştaydım, neyi arıyordum ben? Kendim gibi bilinçli bireylere arkadaşım, dostum demeyi mi? Yalnız hissetmemeyi mi? Aşık olmayı mı? Her şeyi anlamayı mı? Tüm duyguları tatmayı mı? Cevabım kesinlikle hepsini deneyimlemekti. Deneyimledikten sonra beynim şekillenecekti. Anlayacaktım her şeyi ve bu bana yeni kapılar açacaktı. Hemen buna göre araştırma yapmaya başladım. Arkadaş, dost bulabileceğim insanların olduğu yerleri araştırdım, hiçbir şey bulamadım. Aşık olacağım kişiyi nasıl bulmalıydım bunu düşündüm, sonra fark ettim ki aşk neydi? Günlük kitap okumayı 200 sayfaya çıkardım. Altı ay geçti üstünden, dostum olmuştu, aşık olmuştum ve kalbim çok acımıştı. İntihardan dönmüştüm. Dostlarım, bunları detaylı bir şekilde anlatmak isterdim ama sonucu direkt size aktarmanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Sonunda öğrenmiştim. Amor fatiyi, kaderimi sevmeyi.
cansu sayın
2022-08-27T21:52:30+03:00Deneyimlerin eşitliği kırdığını söylerken gerçekten de haklı olduğunu düşündüm ama yine de bana bu tarz konular olduğundan daha karmaşık geliyor. Cevaplarımdan çok sorularımla buluyorum kendimi. Hangi konuda eşit olmak veya hangi zaman diliminde, hangi çağda.. Ki bana kalırsa insan olmak bile eşitliğe yetmiyor. Acıkıyoruz ama aynı anda değil, yiyoruz ama aynı şeyleri değil -ve bu asla bir üstünlük belirtisi olmayacak. Bu her zaman için bir tercih olacak.- Hepimize ait farklı bir parmak izi varken nasıl olur da eşit oluruz. Al işte şimdi de kendime nerden biliyorsun eşit parmak izi olmadığını diye soruyorum. Soruyorum da soruyorum.
Peki deneyimlemek iyi mi olmalı her zaman? Kadere razı olmayı seçen her insan her kötü deneyime baş mı eğmeli şimdi? Ancak madem kendini geliştirmek, yüceltmek ve yerinde kullanıyorsam eğer üstün görmek istiyorsan, kötü olan deneyimlerin seni rahatsız etmesi de ne oluyor? 'Hepimiz insanız işte' adı altında bir eşitlikten söz etsek mesela, bir kez nefret etmeyeceğiz ya da bir kez aşık olmayacağız belli ki. Peki aramak mı gerekiyor bunları? Karşımıza çıkmasını mı beklemek?.. Kaç hayat yaşayacağımızı düşünüyorsan düşün sonuncuya geldiğinde ben öncekileri atladım mı diyeceksin? Ölümün son olduğunu bilemezken sonrakine eksik mi gideceksin? Yaşa ki deneyimi gör ve günün sonunda ağlasan da gülsen de, kızsan veya aşık olsan da 'deneyim tamamlandı' sesi olacak kulaklarında. Amor fatiye bir de carpe diem eklemeli..