Hep bir özlem var içimde. Martıların arasına karışmış bir köpük aradığım, azgın deniz, saf ve uçsuz bucaksız bir mehtap...
Kaybolmuş olan kim, uzakları seyrettiğini gizleyen, suratını gülerken biraz da sessizce ağlayan. Ben değilim bakmayın bana öyle. Babam nasıl sessiz olmam gerektiğini öğretti bana, nasıl içindekilerini gömmem gerektiğini, üstüne toprak atıp sıradan bir insan olmam salık verdi tamam mı? Bilirim hane. Denizin dalgalarını özlerim, göstermeden, hissettirmeden. Çünkü hırsızlar var dedi bana. Çalarlar senden. O yüzden biraz gül. Bende güldüm. Herkes güldüğümü gördü, belki kıskanandılar. Ben iyi gülerim çünkü. Herkes öyle der.
Bir cin şişesinin dibinde batan gemileri önceden gördüm ben, denizin dalgaları bebekken, daha bulutlar toplanmadan, yağmurlarını limana boşaltmadan hissettim. Ben her şeyi hissederim, olay da bu ya, ben hiçbir şey hissetmem. Çakozladınız bence.
Şimdi, zaman, öylece derinden akıp boşalırken kaldığım boş oda gözüme iğrenç gözükür, sessizce gitmek, beklemeden, saatlerin tik taklarını gözlemeden gitmek. Dalgaların sıcak kucağına uçmak isterim. Ama sizin gördüğünüz cool bir adam, her şeyi doğru beceren biri, güçlü ama kendine, başkasına ilham kaynağı ama intiharı aynadaki casusa. Ne ilginç. Evimde tanımadığım insanlar var, onlar beni görmüyor, aynadaki casus bile meraklı bana. Bir bok bildiği yok. Buraya bir kahkaha efekti atsın biri. Cool olur hane.
Nerede kalmıştık, ah hatırladım, deniz diyorduk, köpüklü dalgaları, sana yeni bir sayfa açmaktan çok sessizce içine gömüleceğin tuzlu bir rüya sunan deniz... Aldanmayın bana, gurur duymayın, sessizce işlediğim intiharlardan suçluyum; kendimi astım. Kimse görmedi, gömerken şehrin en işlek caddesindeydim, kimse oralı olmadı. Bakın ben aldırmıyorum, mutsuz olacağımı sanan annem, dön ve iyice bak, görmüyor musun zaten okyanusta boğulmuşum, ağzımda sular akıyor, gözlerim boş bakıyor, uğultularımı hissetmiyor musun? Bir tek sen belki ağladın, çocukların mı neden oldu, götünü deviren kocan mıydı sorun, yoksa fakir cebinde eksik kuruşlar mıydı?
Neden ağladın anne o gece?
NEDEN?
Sen çarşaf giyerdin, Allah'a inan bir kul, denizi neden görmek istemedin anne. Denizin suyunda bir gün batımı sana haram mıydı? Kocanın iştahını doyurmak için mi köle ettin yaşamını anne? Oysa bak deniz ayağının altında, mavi renkleri güneşin ışığında sarıya boyanmış anne, görmüyor musun, nasıl da güzel. Neden BAKMIYORSUN!
İşte, kocaman bir işte! Ne utanç. Her biriniz yüce acılarla ağlarken benim orada tanrı olamam izin vermeniz ne utanç böyle! Bakın buradayım. Annesini suya sokup eğlenmesini görmek isteyen bir hayalet misali babasından sıcak bir sevgi mi bekliyorum, istediğim bu mu yoksa öldürmek mi arzum. Siz söyleyin.
Ah unuttum, aynada harcadığınız zamanda kafanızı çevirip göremediğinizle soluklanıyordum. Korkmayın. Ben vampir değilim. Azizimi gömdüm. O direndi ben kafasına taş çaldım. İstediğiniz buydu dimi?
Peki benim arzularım, sizin büyük tufanınız da gemiye mi kitlendim? Bak büyük tufan evlat. Deniz her şeyi yalayıp yuttu. Kustuğu kocaman bir sessizlik. Korkma artık vaftizsin, günahların silindi, yalnızsın evlat!
Küçükken, daha bir hiçken yerde çikolata kalan tüpleri yaladım, içinde karıncalar vardı ben umursamadım, fakir ruhum, annem ağlamasın sakın, Allah korusun duyar. İstemem ağlamasını. Ama canım çekmişti ne yapayım anne!
İçimde bir boşluk... Ne gösterecek büyük bir destansı savaşım ne de gözünüze fırlatacak bir fırtınam var. Aldırmayın bana, vurun kırın birbirinizi, ben bir seyirciyim, bak orada, sessizce oturmuş izliyor. Ben hep izledim. Aranıza almadığınız kadar aranıza girmek istemediğim sessizliğimle varım. Herkese selamlar olsun.
Sizin büyük dertleriniz var, anneniz sevdi sizi, kucakladı belki, babanızın sevdiği evlatlarıydınız, sıkıldınız onlardan. Tiyatroda alkışlanacak hayatlarınız ve acılarınız var millet sizin. Benim neyim var. Bir düşünelim. Tuhaf. Bilmiyorum! Sadece orada, sinsice ağaçların, çalılıkların arasına girmiş bir sessizlik, ağzını aralamış, dişleri parlıyor. Beni bekliyor hane. Bilmediğim bir şeyi gösteremediğim için tanrı mı oldum şimdi size. Yüce merhametimle utandırdım mı?
Özür dilerim.
Bağışlayın.
Aradığım mutluluk olmadığı için, annesinin ağlamasını belki istemediği için değil de duymaktan sıkıldığı için, denizi özlediğim ve bu cüce bedende ne yaptığımı bilmediğim için. Bağışlayın. Sikimde değilsiniz, anlayın.
Siz yokken ben kendimle uyudum, ben ağladığımda, ağlamamı unuttuğumda yoktunuz, şimdi ne oluyor size. Ne bu cesaret!
Evet, dalgalar diyorduk, deniz diyorduk, oradan devam edelim.
Hatırlıyorum da denizin üstünde parlayan bir güneş vardı. Hayır rüyalarımdan bahsetmiyorum. Oradaydı işte. Parlıyor ve renkleri kendi cazibesiyle boyuyordu. Orada sabahın erken saatlerinde oturmuş yalnız ruhumu demliyordum.
Kimse yoktu yanımda.
Sessizdi her yer, birkaç böcek öter durur sadece ama sessizdi işte.
Orada öylece oturup bakardım.
Şimdi de oraya gitmek istiyorum.
Oraya, bu rüyadan uyanıp boş cin bardağının sarhoşluğundan sıyrılıp oraya.
Siz anlamazsınız.
Oranın ne kadar güzel olduğunu, o güzellikte ne büyük acılar çekildiğini.
Gördüğünüz sadece fantezi, çok yüksekte mi uçtum?
Annem denizi görüp soluklanır mı acep?
Bir şey söylemeyin!