Bir insanı, bir canlıyı, bir şeyi gözünden sakınırsın, dünyaya kafa tutarsın onun için. Zarar görürsün tehlikenin ona yaklaştığını görüp de engellemek istiyorsan veya ölebilirsin belki yeterince yakınında ve zamanında oradaysan ama olan olur bazen. Sakındığın göz çıkar, kan akar, yiter bazen de suçlar durursun kendini. O güne kadar verdiğin savaşa yanarsın, savaşta koruduğun ganimete senin bir ihmalin yüzünden belki de daha büyük zeval gelmesine dayanamazsın. Düşman kuvvetlerine ettirmediğin zulmü, sevdiğin senin masum akıl edemeyişlerinden çeker. Buna kalkıp da kimse kızamaz, sitem edemez. Bir de seni teselli eder karşındaki bazen, onu koruduğun günlerin hatrına acı gözyaşlarını silip senin kalbinin acısını dindirmeye uğraşır. Kanayan vücut yarasıdır o an onun için ama senin kalbin kan revan içinde ya, o da bunu önemser zaten. Fedakarlık sırası ondadır, görevini yerine getirir.


Belki de korumacılığımız veya fedakarlıklarımız görev icabıdır. Şartlandık bazı duygulara, bazı bağlantılar bizi doğuştan sevgiye veya nefrete itiyor. Ne hissettiğimizi, gerçekten ne hissettiğimizi sorgulamadan hissediyoruz hisleri. Anne çocuğunu sever, nedense... Çocuk da annesini sever, niyeyse...


Çocuk bir gün bir kediyi sever... Acılarını, gözyaşlarını, pişmanlıklarını ve sevilmeyişlerinin her birini minnacık bir kediyi severek alt eder. Güler hiç gülemeyeceğini anladığı günün hemen sabahına. Umut eder çaresizliği düştüğü anda. Havanın lodos kokusundan vazgeçip sonbaharın toprak kokusunu sevmeye başladığında bir kedi ona artık beşinci mevsimi getirmiştir belki.


Kedi gittiği an acıları, aylar önceki kırıkları, gittiği ama gelemediği yolları, yüzüne bakamadığı aşkları, yitip gitmesi gereken her şeyi yeniden hatırlar. İşte ona sahip çıkacaktı, onu koruyup kollayacaktı, o korkunç sokak hayatından onu çekip almıştı! Artık evde hazırlanan mamasıyla yaşam mücadelesi vermeden uzun bir ömür sürecekti. Görülen tehlikelerden korudu onu, sevdi gerçekten, sakındı her şeyden, bazen kediye rağmen kediyle oldu, ona rağmen onu iyileştirdi ama beklemediği bir anda, bir ihmalkarlıkla, hep yapardı bunu zaten diyip onu yalnız başına bıraktığı anda, tahmin edemediği tehlikelerden, onu canlılığından koruyamadı. Onun sahibi değil çünkü...


Kimsenin ve hiçbir şeyin sahibi değiliz, biz hangi gücümüz veya kibrimizle bir şeye sahip olmak istiyoruz ki? Güçlü olan zorla sahip oluyor, kibri olan sahip olduğunu sanıyor. Anneye, kardeşe, aileye, sevgiliye veya bir kediye, dahası bir eve veya arabaya sahip olabilir miyiz? Bence hayır. Herkesin hakkı varsa ve hatta bir şey üzerinde senden başka bir şey daha söz ediyorsa, ikiniz de lafügüzaf konuşursunuz anca. Bir canlının sahibi doğa olabilir belki, evin sahibi tüm insanlar, kedinin ve annenin sahibi masum bir çocuk belki çünkü masum çocuğun da sahibi kedi veya annesidir zaten. Sonrası yok. Dünyada olan dünyada kalacak, bedenler de evler, arsalar, tarlalar veya fabrikalar gibi...


Verdiğimiz kavga ne olursa olsun sahiplik kavgası ama. Şartlandığımız faydacılığımız da sahip olmak istediğimiz gücü elde etmek için.