Cuma namazı harici bir safı bile dolmayan camilerin bitmeyen masraflarının cuma namazı sonrası sadaka olarak istenmesi ve bizim hala cuma namazlarına gidip camiye yardım yapmamız kadar saçmaydı günüm. Geç uyanmıştım, belki ondandır. Ama huzursuz da değildim. Sadece sıkılmış, ne yapacağını bilmeyen, bilmeyen demeyeyim aslında, yani biraz da bilmeyen de, hiçbir şey yapmak istemeyen bir günümdeydim ve bu yüzden duvarla mahmur bir halde 19 dk bakıştım. Üstelik o 19 dk de ne düşündüm bilmiyorum. Ve neden, 19 onu da. Yani neden 29 değil ya da 9 değil? Yaratıcıya sormak lazım desek bu sefer de ters olur. Çünkü yaratıcının yazdığı kaderi harfi harfine oynuyormuş düşüncesini ikrar etmiş oluruz, yanlış anlamayın, şunu demek istiyorum, cüzi iradenini varlığını yok saymış oluruz, ondan. E bir yandan da o yaratıcı ki her şeyi biliyor, ee, o zaman ona sormak lazım demek ters olmuyor. Ee, o şimdi her şeyi biliyorsa... Tamam, sustum.
Yapılabilecek en güzel şeyin ne yapacağını bilmesen de dışarı çıkmak olacağını düşünüp mont giydim. Sonra düşündüm, ben bunu da yapmak istemiyorum. O zaman soruyorum: Hiçbir şey yapmak istemediğimizi düşündüğümüz anlarda an itibariyle ne yapıyoruz? O an oturup hiçbir şey yapmak istemeğimizi mi düşünüyoruz? Tamam, bunu düşünmek 15 saniye, ee sonra? Tamam, sustum.
"Şuncacık yolu yürüdük diye niçin kara sular iniyor ayaklarımıza? Dermanımız niçin kesiliyor? Hamuruna ne katmışlar insanın? Genzimizdeki acı suyu kim salmış oraya? Bir kızın niçin ağladığını tespit eden bir makine bulabilirse insanlık, rahata erecek miyiz? Kaçırılmış trenin arkasından bakmak niçin acıtır canımızı? Ve en önemlisi bebeklerin gülümsemesinden sorumlu melekler işsiz mi kalıyor onlar büyüdüğünde?" Sorularıyla duvarla bakıştım. Bakışmam bitince hızlıca kendimden kaçarak dışarı attım kendimi çünkü olmuyor böyle, yani ileride yine böyle geçirdiğim bir gün, bir günümü daha böyle geçirdiğimi hatırlasam gücüme giderdi.
Hava kapalı ve biraz rüzgarlıydı. Evde de montla oturduğumdan alnımla saçımın birleştiği yer terlemiş, özellikle alnımla saçımın birleştiği yerde soğuğu hissettiğim bundandır. Kaldırımlar, cami avlusundaki yaşlıların ayakkabıları, karton kağıt toplama arabasının arkasındaki 15 yaşındaki, kendinin yaşından büyük olduğu o çocuğun pejmürde pantolonu ve eldiveni, sokak lambalarının direkleri, havanın durumuyla birleşince kendimi anlık N.B.C sinemasının bir filminin içinde gibi hissettim. Yürüdüm biraz, bir marketten sigara almak için bakkala girdim
—Abi bir Marlboro, Ha bir de su.
—30 tl.
—Su kaç lira?
—3.
—Suyun 3 lira olduğu, çocukların gülmediği, öldüğü, bu çağda doğmuş olmanın şansızlığı içinde hüzünleniyorum.
—Herkes yaşam şartlarının zorluklarından, çekilen acılardan şikayetçi ama kimse yaşamı düzeltmek için bir şey yapmak istemiyor. Hem bana bir çağ söyleki çocukların ölmediği?
—Bir bakkal bu kadar mantıklı konuşmamalı abi. Hayır yani, yanlış anlama da bir karıncadan koşmasını, bir attan ağaca çıkmasını bekleyemezsin abi; seninki de öyle, fıtrata ters yani. Bakkalsan bir bakkal gibi hayattan sıkılmış bir bakışla tüplü televizyondaki habere bakıp yorum yap, o da mantıksız olsun hani yani.
—Bir bakkalın bakkal gibi olmaması için bakkal olmaması mı gerekir? Bir bakkal olup bakkal gibi değilsem bakkal bakkal gibi değil de diyemez miyiz ha?
—İşte abi bundan bahsediyorum, bakkalsan bu soruyu sorman atın ağaca çıkması gibi bir şey. Senin şu an bana kütüğümü sorman bir tanışıklık çıkartıp sonra çıkarttığın tanışıklığın ahvalini öğrenmek için sıradan sorular sorman gerekiyor.
—Peki bende bunu yapmazsam bakkal... Neyse,
Sustuk.
Bakkalla konuşmamdan sonra kendimi iyice N.B.C sinemasının bir filminin içinde olduğum hissi pekişti ve hayata biraz daha dikkatle, yani herkeslerin dikkat etmediği şeylere, mesala bir el arabacısının el arabasının tekerinin turun 3/4 ü tamamlandıktan sonraki çıkardığı sese, ayakkabının arkasına basarak ayakkabıyı terlik gibi kullanan 1957 model dayının ayakkabısına, ezanın sesine, kuşların duyulmayan kanat sesine, ağaçların rüzgar sayesinde çıkardığı fışırtıya, korna sesinin arkasındaki sinire, küfür sesine, küçük kızının neden ağladığını tespit etmeye çalışan 32 yaşındaki babaya, bankadan para çekerken mendil kullanan 55 yaşındaki saçı kısa ve kırmızı olan teyzeye, her şeyi, özellikle ekonomi ve siyaseti bilen dayıya, dilenciye dilencilik yaptığı için içinden kızan ve bunu mimiğiyle belli eden abiye dikkat ederek ve kafamdaki yaz niçin gelmiyor? Ve yazın niçin gelmediğini niçin anlatamıyor bize meteoroloji uzmanları, sorularıyla eve... tamam, sustum, bu sefer sahiden sustum.
Karan Karan
2022-05-05T19:35:32+03:00Abi okudum en iyi öyküydü desem Çehov'a ayıp olmaz çünkü Çehov okumadım. Sait Faik okudum ama ayıp olmaz çünkü... Olmaz işte
UMUT CAN ÇENET
2022-04-27T01:10:41+03:00Yüreğine ve kalemine sağlık
Ömer Yılmaz
2022-04-27T00:16:59+03:00Güzel bir öykü biraz daha pişecek tabiki
Kenan Birkan
2022-04-27T00:14:51+03:00Bence güzel bir öyküydü. Karakterin iç hesapları ve heyecanı biraz fazla geldi bana okurken ama genel olarak beğendim. 👌🏽