adını mutlaka bir yerde unuttular senin

trenlerin yeni yuvarlak bir kelimeye benzediği 

atların hiç mi hiç şiirsel doğmadığı bir zamanda

   azcık uydurdum kitaplar sallardı ipsala'dan

   göğü tuzladığı yedi günün birinde

   balıkları yaratırken kaydırma yapan tanrı 


ayakkabılarında kanserli bir yalnızlık ve yaşlılar 

gömlek ceplerinde sevdiği insanların ismini taşımalı 

çok beyaz bir sultanlık bu çok güvercin hücreli 

   biraz deneyli fare önlüklerini ben kemirdim

   benim önlüklerim gömleksiz: yazmayı bilmiyorum 

   yazmayı bilene hangi puta taptığımı söylerim 


kirasını ödeyemediği için kovdum uykumu gözümden

adını hiç mi hiç bir yerde unuttum 


   /elektrikli demiryolunda dolaşmak

   yere sarkan tellere dokunmak 

   vagon üzerine çıkmak

   istiyorum şehsuvar abim sana öyle diyor 

   abim sana öyle diyor 

      gözbebeklerimde yirmi bin atlı 

      yirmi bin dağını taşıyan ortadoğunun 

   hepsinin adı şehsuvar oluyor

   gözbebeklerimde yirmi bin atlı bir vakit 

   hangi pencereye baksa hep duvar hep duvar 

   duramazsın

   çünkü 

   benim ölmekten de büyük bir korkum var/