BİR KUŞ GÖZLEMCİLİĞİ FİYASKOSU



Modern denilen dünyanın en uzağa uçan kuşu şüphesiz Baudelaire’in Albatros’udur. Klasik denilen dünyanın Anka’sıyla yarışır bu kuş ve insanı büyüleyen hünerlerine bakılırsa belki de Baudelaire bu kuşu bir Anka kuşunun külleri arasından bulup sahiplenmiştir. “Neme lazım, mübalağa etmeyelim” diyorsunuz belki lakin bence bu böyledir. O kuş güverteye kondu konalı kuşların padişahı o oluvermiştir belki de. Bu yeni dünyada rakipsizce süzülür durur ve aslında uçamamasıyla şöhretlenmiş olan bu rekortmen kuş şiirseverlerin güvertelerinden de o gün bugündür eksik olmaz olmuştur. Yunanlıların Phoneixi, Hintlilerin Garudası, Arapların Ankası, İranlıların Simurgu tahtlarını hep bu kuşa bırakıp çoktan tüymüşlerdir. Üstad Nedim şöyle demiş evvel bir zamanda:


Tâ Cihân-âbâda vardı Isfahan mülkün geçüp

Kûmdan pervâz eden şi'r-i terim 'Anka gibi


"Rum'dan uçan taze şiirim Anka gibi İsfahan ülkesini geçip ta Cihân-

âbad şehrine kadar ulaştı." 


Elbette ki rekorlar kırılmak içindir ve Nedim’in kuşu ne kadar diyarlar aşmışsa da onun bu uçuş rekoru şöhrette kırılalı çok olmuştur. 


Latife bir kenara Baudelaire’in Albatros şiiri hakikaten ehemmiyetlidir. Bu denli ehemmiyetli oluşu nereden gelir burada bunu mülahaza etmek için toplanmadık. Baudelaire yazmıştır ve büyük şiirdir demek bile kâfi olabilir. Tanyol, “...bazıları şiiri Baudelaire’den önce ve sonra diye açıklıyorsa burada büyük bir dönüşümün yaşanmış olduğu açıktır.” der. Evet, Baudelaire böylesi şiir sanatına çağ atlatmış bir şairdir ve Albatros şiiri de onun büyük şiirlerinden birisidir. Benim gibi şairler için ise ayrıca husûsiyeti vardır bu şiirin, zira bu şiirdeki kuş, şairi temsil etmektedir. Mevzumuz bu da değil pek tabii. Algıların, kısa videoların zamanlamasına tâbî olduğu günümüzde (zavallı Proust) söz haddimizi aşmadan asıl mevzûya gelelim: 


Asıl bahsini etmek istediğim Albatros’un ülkemizdeki serüveni. Zaten bahtsız olan bu kuş buralarda daha da bahtsızlaşır ve çoğu zaman neredeyse yuhalanıp tartaklandığı o güverteye tekrar geri dönmeyi arzular hale gelir. Kimi iş şaşkın kimi şaşı bir çok kuş gözlemcisi (çevirmenler) onu tayfalardan beter dürtükler. Bu sözler biraz ağır oldu derseniz katılırım buna da. Ama ben şairin tarafındayım bu yazıda ve çevirmenlerin hakkını vermeyi başka yazıya bırakıyorum. Baudelaire dostum için yazıyorum bu yazıyı. Bir şair üzerine titrediği bir eserinin anlaşılmamasını yahut ahenksizce tercüme edilmesini kaldırabilir ama tahrif edilmesini kaldıramaz. Zamanında Almanya’da çıkan Kafdağı edebiyat dergisinde bir kaç sayı şiirlerim neşredilmişti. Bir sayısında gönderdiğim şiirin yanlış basıldığını hatta bir mısrasının tamamen değiştirildiğini görmüştüm de başımdan kaynar sular dökülüvermişti. Baudelaire’in başına gelenle aynı şey olmasa da onu anlamama kâfî bir hatırâ. Hülâsâ ben de bir damdan düşen olarak Baudelaire’e yardımcı olmaya çalışmayı -en azından bu şiiri için- kendime bir borç bildim. (Şair duygusallığı ve tekniksiz bodoslama başımıza iş açmasa bari.)


Bana öyle geliyor ki gaf birinciliği Erdoğan Alkan’a aittir (ki gaftan öte bir kuş katliamı düpedüz.):


Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,

Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,

Yuhalarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece,

Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.


Erdoğan Alkan Albatros şiirinin bu son kıtasını işte böyle çevirmiş. 1999 yılında Varlık Yayınları baskısında böyle bitiyor şiir. Orjinalinde ve tüm orjinaline sadık kalınan çevirilerinde Albatrosun dev kanatları, yürümesine engel olurlarken, burada bambaşka ve anlamı tamamen çarpıtıp bozan absürd bir çeviriyle karşılaşıyoruz. Dev kanatlar komik bir biçimde güvertede alay edilen bu kuşun yürümesine engel olmaları gerekirken uçmasına engel oluyorlar. Albatrosu pipolarıyla dürtükleyen tayfaların dahi böylesi bir işkence akıllarına gelmezdi doğrusu. Üstelik sonraki baskılarda dahi kuşa yapılan bu taciz devam etmiş ve düzeltme yapılmamış, yıllarca albatros kadar okuyucuyla da alay edilmiştir. Üstüne üstlük bununla da bitmiyor. Gönül Gönensin gibi kuş gözlemcileri de bu hatayı aynen çevirilerine katmış ( aparmanın trajikomik bir örneği) ve gaf birinciliğinde pay iddia etmişlerdir. 


Unutmadan ekleyeyim Rıza Ergüven isimli kuş gözlemcisi ise Albatros geçerken dürbünüyle acaba hangi tarafa bakıyordu ki umulmadık bir atak yapıp yine bu son kıtayı mahvedenler kervanına adını altın harflerle yazdırmıştır. Onun katliamında yanlış anlama bile söz konusu değildir üstelik. Son kıtanın ve tüm şiirin en can alıcı berceste mısrası onun şiirinde hiç yoktur. Komik ama hakikat bu. Hatta sizin için onun son kıtasını da buraya iliştireyim:


İşte o baht yoksulu Şair’in bahtı da

Oklar, fırtınalarla sarmaş dolaş olan;

Düşmüş yeryüzüne yuhalar ortasında,

Çekeceği var onun dev kanatlarından. 


Pes doğrusu. Hem “Yürüyemez devce kanatları yüzünden” muazzam imajı havaya uçmuş hem de “bulutlar hükümdarı, prensi, kralı, şehzadesi”ne benzeyen şair hint fakirine döndürülmüş.   


Bununla birlikte Varlık Yayınları yirmi yıl kadar sonra ve Erdoğan Alkan’ın aramızda olmadığı bu yıllarda kitabı yeniden düzenleyip yeni baskılar yapmaya başladı. Bu yeni baskılardan 2022 yılına ait olan bir tanesini aldım ve hemen bu kıtaya göz attım. Neyse ki hatadan dönülmüş ve son mısra “Yürümene engel olur, ağır dev kanatların.” şeklinde tashihle neşredilmiş. Bu hoş gelişmeye rağmen son kıtadaki ikinci gaf olan, sapına kadar erkek olan “Bulutlar prensi”nin “ece” gibi dişil ve anlamsız bir kraliçeye dönüştürülmesine bir çare bulunamamış pek tabii. 


Erdoğan Alkan sevdiğim iyi çevirmenlerden birisidir bu arada. Çevirilerinden hep istifade ettik ve istifade etmeye devam edeceğiz. Burada biraz muzipçe başlayan yazımızın yanlış anlamaya mahal vermemesini rica edeceğim. Çevirmen taşlama değil benimkisi ve eğer “senin ne haddine” demek isterseniz hemen yan sıradaki başka bir arkadaşı işaret ederim sıyrılmak için. Erdoğan Alkan’ın bu şiirdeki gaflarıyla alâkalı tespitler benden evvel Dinçer Apaydın gibi akademisyenler tarafından da zaten dile getirilmiş tespitler. 


Bu kuş gözlemciliği serüveni 1914 yılında başlıyor aslına bakarsanız. Ama ne başlama! Albatros Türk denizlerine girer girmez yeniçeri çarpmışa dönüyor. Mensûre tarzıyla çevrilen şiir uçamadan düşmüş gibi oluyor. Şahabeddin Süleyman’a ait bu çeviri. Şiirin adı Albatros bile değildir bu ilk çeviride. Zannımca albatrosun türkçesi olmadığından ona “deniz kuşu” demeliyim diye düşünmüş. Madem son kıtadan başladık misâl vermeye yine bu çevirinin de son kıtasını verelim. 


şair de fırtınaları ziyaret eden, ok

atanlara karşı kahkaha ile gülen bulutlar

şehzadesine müşabihtir: Yuhalar arasında toprağa

nefyedilen bu mahlûkun gûlane kanatları

yürümekten [şairi] tıpkı o esir kuş gibi men eder.


Görüldüğü gibi şiir çevirirken yalnızca kelimelere ehemmiyet verilince böyle metinler çıkmakta ortaya. Bununla birlikte bu çevirideki mânâya sadakat sonraki çevirmenlere ışık tutmuştur ve bu cihetiyle faydalı olmuştur. Tek sorun 1927’deki Alişanzâde İsmail Hakkı çevirisi neşredilene değin tam 13 yıl Baudelaire’in ve okuyucuların maruz kaldığı dürtüklenme. 


Alişanzâde İsmail Hakkı’nın ardından Vasfi Mahir Kocatürk de Albatros’u çevirmiş ve okuyucunun elinde şiir tadında iki Albatros seçeneği olmuştur. Bu iki çeviride büyük gaflar yoktur ve gayet okunabilir şiirlerdir. Lâkin çamur atma günümde olduğumdan daha evvel başkaları tarafından hiç görülmemiş olduğunu düşündüğüm, gözden kaçmış başka bir kelimeye dikkat çekeceğim. Bu kelime “les gouffres” yani “uçurum” dur. Boudelaire dünyasında “uçurum” kelimesi sık sık karşımıza çıkar. “İnsan ve deniz” şiirindeki “kimse bilmez uçurumlarını senin” gibi. Derin denizlerde ilerleyen bir gemide şair albatros bakışlarını sıradan insanların göremeyeceği bir derinliğe dikip denizin derinliklerindeki uçurumları görüyor ve şiirine katıyor lakin bizim şaşı kuş gözlemcileri bu kavrayışı anlamayıp bu “acı uçurumları” bazen “girdap” gibi alakâsız bir kelimeyle değiştiriyor, bazen onu bile yapmayıp Erdoğan Alkan’ın yaptığı gibi “ürkütücü sular” deyip geçiyor. Ben, Baudelaire’in hep en derinlere nüfuz edebilen o Albatros bakışlarının ve kavrayışlarının bir şâhikasını görüyorum “les gouffres”te. Nasıl bir insan bir gemiden denize bakar ve dibin bile ötesinde uçurumlar görebilir diye hayretengiz bir şekilde düşünür ve alkışlarım onu. (İçimden)   


Hülâsâ söylenecek daha çok şey var bu kuşun ülkemizdeki serüveni hakkında. Ben bu kadar anlatmayı kâfî görüyorum. Elbet ben bir şairim ve biraz şairane yaklaştım mevzuya. Kimilerine cevap hakkı, kimilerine benim gaflarım üzerine ahkâm kesme hakkı vermiş oldum. Matrix filmindeki ajanlar gibi etrafta Neo arayan akademisyenler bu çalakalem yazdığımız yazımızı görmeden okuyup iyisimi yok edin nüshaları. Ve içten içe bilin ki size kurdukları çeviri şiir dünyası gerçek değil (yani o kadar da gerçek değil. diğer cümle daha fiyakalı olduğundan öyle söyledim). 


Sürpriz ek: 

 

Biraz emek verip bir şair olarak Albatros’u okumak istediğim hale getirmeye çalıştım. Çeviri demeyelim benim çabaya, meselâ toparlama diyelim bazı kişilere inat. Belki Albatros bunu sever ve ülkemiz semâlarında daha rahat uçar. 


                ALBATROS


Yakalar tayfalar sık sık eğlenmek için

Albatrosları, denizin engin kuşlarını

Acı uçurumlar üstünde kayan geminin

Mahir takipçisini, yol arkadaşlarını


Koyar koymaz onları tahtaların üstüne

Bu gök kralları ne utangaç, ne âciz

Heyhat! koca beyaz kanatların yerine

Şimdi kürekler sarkıyor sanki, işlevsiz


O kanatlı seyyah ne pespâye, ne sakar

Ne gülünç, ne çirkin o güzel kuş şimdi

Biri gagasını piposuyla yakar

Topallar, taklitleriyle eğlenir öteki


O bulutlar şehzâdesine benzer şair de

Fırtınalarla oynayan, ok atanlara gülen

Yuhalarla sürgün, sürünür yeryüzünde

Yürüyemez devâsâ kanatları yüzünden


                               Charles Baudelaire

     Toparlayan: Emre Özdoğan