Ben bayağılık ve sefihlikle dolu olan düzenin en büyük varisiyim. Dostoyevski’nin “İnsanlarından”, Ahmet Altan’ın ”yazdıkları değil kendisi bayağı olan” yazarlarından daha bayağıyım. Öyle ki ben ahlak bilmem, şeref bilmem... Çalışmak ve azim mi? Onları tanımıyorum bile. Canımınistediği kuralları koyar, bütün paramı kumarda yerim. Biri dönüp bana ”Hiç utanmaz mısın? Kaç yaşına geldin, hâlâ bunları mı yapıyorsun? Cennet cehennem nedir bilmez misin be adam!” dediğinde hiç utanmadan hatta tuhaf bir vakurlukla şunları söyleyebilirim: ”Sizin küçük günahlarınız bundan daha mı şerefli?” Çünkü o an onları küçümsemek ve onlara tepeden bakmak, bu farkında olduğum bütün sorunları uzun bir süre unutturur. Adeta ilahi bir güç hâline geliyormuş gibi hissederim. Sanırım bu hovarda dünyada beni tatmin eden nadir şeylerden biri bu. Bunlar, “küçük“ günahlarımın olduğu bu yarayı yavaş yavaş küçültüyor. İyileşip iyi bir insan, iyi bir memur olacağım; 10. derecede takılı kaldığım yirmi yıllık memurluğumu sonunda yükselişe geçireceğim, belki ben de bayağı bir zengin olurum.


Ah ben kimi kandırıyorum! Ben de herkes gibi şu kati düzenin bir çocuğuyum. Yaptıklarım değişmez. Ben bayağı bir herifim. Kendi günahlarını görmez,

tanrıtanımaz... Sadece insanları küçük düşürmek, yaptıkları hataları -tabii bu hataları benim yapmış olmam daha çok zevk verir bir hâle sokuyor- suratlarına çarpmak, bir de bunun üstüne tecessüs etmek... Her birimiz bunları okudukça ayrı ayrı zevkler alıyoruz, bu kati bir mahiyettir. Hepimizin kaçtığı bunun gibi gizli bir ben vardır. İşte bu yüzden bayağıyız. Benim gibi insanlar hayatları boyunca bu farkındalıkla boğulacaklar. Bizi diğerlerinden daha aciz bir varlık yapan neden bu: Biz kabullenen bayağılarız. Acılardan zevk aldığımızı haykırabiliyoruz.