Halı kenarlarından sürünerek banyoya gidip yüzünü yıkadı. Pek bir faydası olmadı.

Bedeni yataktan süzülmüş olsa da uyanması zaman alıyor; uyku, göz altlarındaki birikimini hemen silmiyordu.

Şekere yöneldi.

Ve çayın demlikten bardağına dolmasını beklerken uyanmayı umuyordu.

Her günün bu denli amaçsız olması ve hapsolmuş hissettirmesi uyanmak istememek için yeterli bir sebepti.

Oysa sabahın dokuz buçuğunda dipçik gibi kalkıp

Ayaklarını sımsıkı yere basarak sokaklara koşup bir uğraş aramak isteyebilecek cürete sahipti.

Kendinde o gücü eskisi kadar hissetmediğinden çayını doldurmaya bile üşenir vaziyetteydi.

Ne denli yoksunluk çektiğinin, içini doldurmaya çalıştığı derin boşluklarının farkına varıyordu yavaş yavaş.

Tüm bilgi birikimiyle orada, cam kenarında çayını yudumlayarak düşüncelere dalıyordu.


İnsanın düştüğü ya da tırmandığı durumların her birini üzerine giymiş, nasıl taşıdığını biliyordu.

Belki de bu kadar şamatanın sürüklemelerinde debelendiğini fark etmiş olacak ki yaşamına ara vererek yanıma gelme gereksinimini gördü.


Hırslarının kurbanı olanlar bundan şikayet etseler de vazgeçmek istemezler.

Çünkü hırsların için kendinden vermen gerekir.

Artık o hırslar seni sen yapan unsurlara dönüştüğünde eksilmek istemezsin. Biraz daha ekleyerek çoğalmaya çalışırsın.

Giderek küçüldüğünü gördüğünde kaçıp içinden çıkmak

Koşarak kendinden uzaklaşmak istersin.


Müzeyyen tam olarak bu evredeydi. Onu gözlemliyor; anlamaya, yorumlamaya çalışıyordum.