Sınavların bitmesiyle gelen rahatlık sonucunda dört arkadaş eşofmanlarını giymiş oturuyorlardı. Mevsimlerden ilkbahar olmasının da bu rahatlıkta etkisi vardı. Gün boyu ılık havada gezmişler ve sınavların yorgunluğunu dizlerini yorarak atmışlardı. Gece yarısı olsa da uyumaya niyetleri yoktu. Sınav haftasında sabaha kadar oturmaya zaten alışmışlardı. Futbolla başlayan muhabbet; siyaset, dersler, gelecek kaygısı, sevgili durumları derken sırayla akıp gitmişti. Konuların nasıl ve ne şekilde değiştiğinin farkında değillerdi. Son olarak sevgili durumunu konuştukları için hepsinde bir hüzün oluşmuştu. Dört arkadaşın dördünün de o an sevgilisi yoktu. Ayrılıklar, özlemler, bekleyişler konuşulurken dertten uzaklaşmak için yaklaşık iki saat süren bir komedi filmi izlemişlerdi. Filmin sonunda yorumlamadan sessiz bir ortam oluşmuştu. Sigaralar yakılmış ve fonda Ferdi Tayfur eşliğinde zaman akıyordu.


Ortalarında bulunan sehpanın üzerinde cips, bisküvi, kola, kirli bardaklar, yere dökülmüş notlar vardı. Herkes kolasının dibinde bir yudum bırakır içlerinden birisi dayanamayarak kola doldurmaya niyetlenirse diğerleri son yudumu tek seferde içerek bardağını uzatırdı. Bu kural bütün arkadaş ortamlarının akıllıca görünen en klişe kurallarından birisidir. İçlerinden birisi dayanamayarak kola doldurmak için kolayı aldığında diğer rutin şeyler oluşmuş ve küfür ederek dolduruyordu. Son olarak doldurduğu bardaktan biraz taşırdığı için arkadaşı da gereğinden fazla tepki vermişti. Bu tepkinin sebebi telefonuna dökülecek olmasıydı. Kolayı dolduran tepkilerine fazla aldırış etmeden “Ne kıymetli telefonun var. Kolanın hepsini telefona dökerim.” diyerek gülüyordu. Diğer arkadaşları da telefonuna canından çok değer veren arkadaşlarına gülüyordu. Telefonunu dikkatlice avucunun içerisine aldıktan sonra geriye yaslanarak kolasından bir yudum aldı. Sakinleşmişti ve “Filmdeki çocuk, eski sevgilim dolapta beklemiş menemen gibiydi, demişti. Hatırladınız mı? Ben de telefonumu eski sevgilime benzetiyorum. Fazla değer vermemin nedeni de bu.” derken ufak bir tebessüm bırakmıştı ortama. Arkadaşları önce gülseler de ciddi olduğuna inanmışlardı. Gözlerini kısarak üçüyle de ayrı ayrı göz teması kurmuştu. Gözlerini kıstığında beceremese de ciddi durmaya çalışıyordu. Karşısında oturan arkadaşı bakışlarını daha iyi gördüğü için olmalı bakışları üzerine çekerek “Aslında benim de öyle benzettiğim bir şey var. Filmi izlerken aklıma geldi. Sen başla ben de anlatayım ama siz de anlatacaksınız.” derken sağında ve solunda bulunan arkadaşlarını işaret ediyordu. Solundaki arkadaşı kafasını sallayarak onaylarken sağ taraftaki “Ben de düşüneyim, başlayın.” dedi.


Ben başlıyorum o halde. Benim sevgilimi hatta sevdiğimi az çok bilirsiniz. Benden daha akıllıydı. Telefonum da bakıyorum benden daha akıllı. Kamerayı aç ve bir nesneye tut, tanıyor. Geçen gün gelirken roka al demiştiniz de ben tere otu almıştım. Ben bir otu bile tanıyamıyorum. Telefonun yaptığı gibi hesap yapamam zaten. Hafıza sistemi farklı ama düşünsene içinde her şey var. Bazen sevgilimle yaşadığım güzel anları gözümün önüne getirmek istediğim anlar oluyor ama gelmiyor. Bu aletin içinde her şey var. Bunun içinde ben varım. Benim ailem ve sizden başka kimsem yok. Sizin de ailemin de bilmediği şeyleri bu telefon saklıyor. Benim bilinmeyenlerimi bilen tek kişi de sevgilimdi. Klavyesini düşün yanlış yazsam hemen düzeltiyor. O da benim birçok yanlışımı düzeltirdi. Hem eski sevgilim gibi akıllı hem de onun gibi birçok şeyi biliyor ve onu hatırlamama bir tuşla yardımcı oluyor.

Arkadaşları şaşırmamıştı. Onun bu halini sanki daha önceden biliyormuş gibi konuşmadan baktılar. Bakışlarını yavaşça halıya doğru yöneltirken telefon sevdalısı, “Hadi bakalım, başla. Neyi anlatacaksa?” derken gülüyordu.


Bence bunun hiç komik bir tarafı yok. Böyle olmasının da bir sebebi var. Biliyorsunuz 8 yaşındayken tanıdım, onu. O gün bilmezdim elbette aşkı, sevdayı ama hep onun hayalini kurardım. Büyüyeceğiz ve evleneceğiz. Filmlerde, dizilerde ne görürsem o aslında. Benim için bir hayalden öte bir şey değildi. Belki de çevremde başka bir kız olmadığı için sadece onun hayalini kurdum. Aşkı sevgiyi yeni yeni tanıyacağım sırada da onun gidişiyle ağladığımda ona âşık olduğumu anladım. O günden sonra sadece onu beklemeye başladım. Hiç gelmeyecek birisi belki de… Ben küçükken hep şarkı söylemeye özenirdim. Onun hayalini kurarken de ona şarkılar söylediğimi de düşünürdüm. Şimdi her gece neden kulaklık kulağında yatıyorsun, diyorsunuz ya, işte bu yüzden. Bir şarkı açarım ve ona söylerken beni dinlediğini hayal ederim. Bazen de mesela birisine kızdım, kırıldım, onu da davet ederim. Bir konser olur ve o kırıldığım veya kızdığım kişi de orada olur. Şarkılarla anlatırım her şeyi. O konserlerime herkes gelir gider. İnsanlar değişir ama hep o en ön sırada beni dinler. O hiç gitmedi. Neyse işte böyle şarkı söyleme aşkıyla gitar istedim, babamdan. Her zaman ders çalışmam diye almadı. Hep erteledi. Şarkılar yazarım kafamdan ama hiçbir zaman bir kâğıda tek söz yazmadım. Gitarım olsa bestelerdim. Kâğıda da yazardım. Bu yüzden ben hiç gelmeyen ama her zaman beklediğim gitara benzetiyorum.

Karşısındaki arkadaşı toparlanarak “Özür dilerim. Kırılmadın değil mi?” derken “Yok, kardeşim niçin kırılayım? Sorun yok. Halimiz ortada ve sakladığımız da yok ki.” diyerek güldü. Arkadaşları da hata yapmış ve hatasından utanır gibi sessizce tebessüm ederken sağ tarafında bulunan arkadaşı “Sıra bende.” dedi. Herkes tekrar sessiz bekleyişe geçmişlerdi. O ise sigarasını yakmaya koyuldu. Sigarası olmadan konuşmayacağı belliydi.


Sigaram olmadan konuşmam ama bu sigara başka. Ben sevgilimden ayrılmadan önce en son gördüğümde bu sigara vardı, cebimde. O sigara içmezdi ama yanımdayken keyif sigarası diyerek içmişti. Üç yılı geçti. O kadar anı içerisinde en net hatırladığım anılarımdan birisi bu. Ben çok içiyorum diye bir seferlik sen içme ben tek içeyim, dedi. İçerken sanki yıllardan beri sigara içenler gibi “Bu da çok balgam yapıyor.” dedi. Aslında bu cümle bizim aramızda çok dolaşır. O da şaka amaçlı söylerken bunu hemen sağ tarafımdaydı ve ciğerlerinden gelen sigara dumanı yüzümü okşarken gülümsemesi de ruhumu okşuyordu. Sevgilim olduğu için samimiyiz doğal olarak ama o an başka bir samimiyet vardı. Ben de o günden sonra hep bu sigaradan içtim. Hatalarım da oldu. Onu çok sevsem de şu paket bittiğinde buruşturup atıyorum ya, o şekilde davrandım ona da. İlgisi varken yani paket doluyken gözüm gibi bakıyorum, ilgisi biraz olsun azalsın yani sigara bitsin içinde buruşturup atıyorum. Ben ona bu kötülüğü yaptım ve bunu da kabul ediyorum. O yüzden sigara paketlerini ona benzetiyorum. Sigarayı bırakmak istemememin sebebi de paketler gidince o da gidecek zannediyorum. Siz söylemeden diyeyim aşırı saçma. Aslında bu sonunu şimdi uydurdum. Sonuç olarak ona yaptığım hataları ve o güzel anıyı hatırlatan sigara ve sigara paketleri olduğu için eski sevgilimdir diyebiliriz.   

Telefon sevdalısı, “Güzel hikâye de o sonu olmasa iyiydi. Sigarayı bırakmamak için böyle bahane bulanı ilk defa gördüm.” derken hepsi birden gülmeye başlamıştı. Sigaralarından çektiler. Gitar sevdalısı, “Hadi bakalım, sen sona kaldın. Düşünmek için fırsatın çok oldu. Başla hemen, sabırsızlıkla bekliyorum.” dedi.


Uzatmadan başlayayım ama uzun konuşurum, biliyorsunuz. Odamdaki saksıyı biliyorsunuz. Kurumuş çiçeğe her gün su vererek seni çok seviyorum dediğim için de dalga geçiyorsunuz. Öncelikle o çiçek kurumuş değil. Yani bunu siz göremiyorsunuz. Sevgilim, ilişkimizi bitirirken “Ben senin için odanın bir köşesinde duran objeyim.” demişti. Hak veriyorum ona çünkü o, penceremin dibinde duran saksı, saksının içindeki toprak ve açan o güzel çiçek. Düşünün ki o saksı bir evin bahçesinde ve sahibi de var. Ben o saksıyı, toprağını ve çiçeğini çok seviyorum. Her gün olmasa da her fırsatta o saksının çiçeğin bakımını yapıyorum, su veriyorum ve sevdiğimi söylüyorum. Bir gün sahibi diyor ki “Al bu senin olsun. Sen benden çok seviyor ve bakıyorsun.” diyor. Ben yok der miyim? Alıyorum. Odamın en güzel köşesine koyuyorum ama odam fazla dağınık olduğu için saksı da yerini beğenmiyor. Ben de sürekli saksıyla ilgilenemiyorum. Sonuçta bende değilken bile birkaç günde bir ilgilenirdim. İşim gücüm var ve bu yüzden ilgi gösteremiyorum sürekli ama ona ayırdığım her an ona özenle bakıyorum. Ne kadar güzel bakarsan öyle de güzel çiçekler veriyor. Kokusu beni benden alıyor. Şakasız, gerçekten bana oksijen oluyor. Bir de mevsimler var. Onun verdiği çiçek her mevsim olmaz. Yine de ben her mevsimde o çiçek varmış gibi görüyorum. Ben bunun farkında değilim gibi. Aslında farkındayım ama görmüyorum ki kış geldiğinde solduğunu. Yine bir kış ayıydı kendini bir objeye benzettiğinde. O kış ayında da gitti. Ondan sonra yaz geldi ama o odamdaki saksı çiçek açmadı. Sizler bunu gördünüz ama ben hâlâ onun kokusunu alıyor ve güzelliğini görüyorum. Sevgilim de kış ayında solduğunu düşünerek gitti. O da göremedi, benim gördüklerimi. İşte o saksı, benim eski sevgilim. İçindeki toprak, ona can veren organları. O toprakta açan çiçek, yüzü, gülümsemesi, ağlaması, her şeyi… Her gün seni çok seviyorum diyorum ya, unutmasın diye. Aslında sevgim o üç kelime değil. Sevgim, her gün verdiğim su. Hem seviyorum demekle olur mu? Sevgi varsa bunu hissettireceksin, değil mi?


Arkadaşları haklısın der gibi başlarını sallıyordu. Aslında o an akıllarına hangi nesne gelse onu benzetebileceklerdi. Hayatımıza aldığımız insanları her zaman değer verdiğimiz bir şeylere benzetiyoruz. Benzemiyorsa da benzetmek için onu değiştirmeye uğraşıyoruz. Her şeyi, herkesi kendimiz gibi olmaya zorluyoruz. Bu yüzden kaybediyoruz. Bu yüzden farklılıkları olan insanlar dikkatlerden kaçıyor. Bu yüzden "ortak yönümüz" lafı çok seviliyor ve sevindiriyor. Herkes, her şeyde doğal olarak kendisinden bir şeyler arıyor. Yarım yamalak bulduğu şeyleri de kendisine benzetmek için uğraşıyor. Sonunda da bu dört kişi gibi yalnız kalıyorlar. Pardon, dört değil sadece benim gibi.


Sigaram bitince kendime gelmiştim. Karşıma dizdiğim dört aynanın da tepesine vurarak masaya yatırdım. Hangisi gerçek bendim, daha fazla ayna olsa daha fazla şeye benzetebilir miydim, diye düşünmeye başladığım anda ağzım yandı. Menemenin sıcak olmasından dolayı ağzımı yakmasını çok isterdim ama menemen buz gibi olmuştu. Ağzımdaki yangının sebebi, kontrolsüz bir şekilde tavaya giren acı biberlerdi.