‘‘BAZI GECELERİN SABAHI YOKTUR’’

              Şehrin kenar mahallelerinin birine kurulmuş bu küçük tekstil atölyesinde, gece vardiyasının bitmesine saatler kala, çay molası verilmiş, kütür kütür yanan sobanın etrafında toplanan işçiler koyu bir muhabbete dalmıştı. Bu soğuk kış gecesi kimse yerinden kalkmak istemiyordu. Usta başı arada gözleriyle işçileri ikaz etse de kimsenin umurunda değildi.

        Atölyenin en çalışkan işçilerinden olan Miran çayını alıp makinanın başına geçti. Miran Otuz üç yaşında, bu tekstil atölyesinde iki yıldır çalışıyordu. Yirmi altı yaşında iken Annesini, üç ay öncede babasını kaybetmişti Bu dünyada bir Bacısı birde kardeş gibi beraber büyüdükleri çocukluk arkadaşı, can dostu Kadim vardı. Babasının vefatından sonra, İnsan hayattaki sevdikleriyle daha yakın olmalı deyip, Bacısıyla birlikte Kadim’in oturduğu sokağa taşınmıştı. İşe gidiş gelişlerde mutlaka, uğrar hoşbeş eder, Kadim’in küçük oğlunu severdi.

      Camdan dışarı baktı, gökyüzü delinmişçesine bir sağanak vardı, kısa aralıklarla çakan şimşekler, bir patlamadan farksız gürleyen gök gürültüsü… Dışarıda adeta kıyamet vardı. İçerisi sıcacıktı. İşine devam etti. Elindeki işi erken bitirip sabah biraz erken çıkmak istiyordu. Üç gün sonra Bacısının doğum günüydü, on bir gün sonrada Kadim’in oğlunun. Memik altı yaşına girecekti, Bacısı yirmi bir. İş yerinden aldığı avansla onlara hediye alacaktı. Memik için ne alacağına henüz karar vermemişti, belki küçük bir oyuncak alırım, seneye yedi yaşına girince de bisiklet alırım, hem o zamana kadar paramda olur diye geçirdi içinden. Bacısına mavi bir elbise ve ayakkabı alacaktı. Simsiyah saçlarına mavi elbise çok yakışacaktı. Bir an gözleri doldu, Anneleri öldüğü sene bayram arifesi Bacısına ayakkabı almak için çıkmışlardı. Şehirdeki bütün ayakkabı mağazalarını dolaşmışlar Bacısı hiçbir şey beğenmemişti. Tam eve dönmeye karar vermişlerken Miran Bacısının pahalı olduğu için kendisine kıyamadığını, o nedenle hiç bir şey beğenmediğini anlamıştı ve geri dönüp en pahalısını almıştı. Derin bir İç geçirdi, ipliği makinaya verdi işine devam etti.

       Diğer işçilerde molayı bitirmiş herkes işinin başına geçmişti. Sabaha az kalmıştı. Saat 04.17 idi. Gökyüzünde bir ışık patlamış her taraf aydınlanmıştı, henüz ne olduğu anlaşılmadan büyük bir sarsıntı, bir patlama sesi ve hemen ardından şiddetli bir sarsıntı daha olmuştu, sanki yerin altından üstüne doğru bir patlamaya oluyordu, alttan bir şey yukarı çıkmaya çalışıyor gibi, ardından yine büyük bir sarsıntı. Her taraf yerle bir olmuş, kıyamet kopmuştu.

       Miran yaklaşık yarım saat kadar baygın kalmış, kendine geldiğinde ayaklarının üstünde bir ağırlık olduğunu hissetmişti. Elektrikler kesilmiş her taraf karanlıktı, içeriden inleme sesleri geliyor fakat karanlıkta kimler olduğunu seçemiyordu. Ayakları üstündeki ağırlığın makine olduğunu anlamış, yaklaşık kırk dakika boyunca makinadan ayaklarını kurtarmaya çalışmış kurtardıktan sonra ayaklarının üstüne kalkmakta hayli zorlanmıştı. Ayakları şişmiş basmakta güçlük çekiyordu, Telefon sinyalleri yoktu, Bacısını arayamadı, Kadimi arayamadı kimse kimseden haber alamıyordu. Atölyede kimileri baygın, kimileri inliyor, bir kaçı da ölmüştü. 

       Ayakları kendisini taşıyamıyordu ama o kalkıp çıkmakta ısrarlıydı, Bacısına ve Kadime ulaşmak zorundaydı, zorladı yürüdü, birkaç adım sonra düştü, tekrar kalkıp yürüdü. Dışarı çıktığında gördüğü manzara karşısında ayakta duramadı tekrar düştü. Çevresinde yakından görebildiği her yer yerle bir olmuştu.

- Bacımmmmm, Kadimmm, Memikkkk diye bağırdı. Çaresizce olduğu yere oda şehirle birlikte yıkıldı.

     Bir müddet sonra ayağa kalkabildi, ayaklarındaki ağrı şiddetlenmeye başlamıştı , basmakta güçlük çekse de Bacısına, Kadim’e, Memik’e ulaşmak zorundaydı. Gün ağarmıştı ; yürüdükçe felaketi daha net görebiliyordu, geçtiği her yerde yıkım vardı, enkazların altından inleme sesleri, yardım feryatları yükseliyordu. Evi yıkılmamış olanlar kendini dışarı atmış, eşin dostun yardımına koşmaya çalışıyordu fakat kimse istediği gibi hızlı davranamıyordu, herkes şok geçiriyordu. Yıkılan binalardan dolayı ana yolların, ara sokakların nerdeyse hepsi kapanmıştı. Savaş meydanı bunun yanında belki daha az virane kalırdı. Kıyamet tam olarak buydu. Miran İşyerinden ancak iki sokak ilerisine kadar yürüyebilmişti ve Bacısı ile Kadime ulaşmasına daha çok sokak vardı. Bulvardan giderse daha erken varacağını düşündü, Bulvara vardığında ise yıkımın büyüklüğünü gördü.

-Bu bir felaketten öte bir şey…. Bu kalanlara bir ceza… Bu bir kıyamet dedi.

    Sokağa girdiğinde Kadimin evini göremedi, biraz ileride kendi evini de göremedi. Mahallede birkaç ev dışında ayakta kalan bina yoktu. Kendi mahallesine gelip gelmediğinden emin olamadı. Evinin önüne vardı yere yığıldı kalkamadı, olduğu yerde feryatla bağırdı

-Bacımmmmmm yetiştim Bacımmm… Kara gözüne kara saçına kurban olduğum Bacımmmm…

     Çevre illerden yardıma gelen insanlar kendi çabalarıyla yardım etmeye çalıştı. Kurtarılan yaralılar hastaneye taşınıyor, hastane imkanları yetersiz olduğu için çoğu kurtarılamıyordu. Enkaz altında yardım isteyenlere yetişmek mümkün değildi, koca bir şehir enkaz altındaydı. Miran çaresiz bir şekilde yardım arıyordu, enkaz çok büyük , sivil imkanlarla enkazdan can kurtarmak nerdeyse imkansız. Sokağın başına gidip Kadimmm, Memikkk diye bağırıyor ses alamayınca kendi evinin enkazına dönüyordu. Bacımmmmm diye feryatla çaresizce bağırıyor oradan da ses alamayınca olduğu yere yıkılıyordu. Kadimin evi ile kendi evi arasında gidip geliyordu.

   Felaketin üstünden üç gün geçmiş, uzak şehirlerden yakınları için gelenler yanında battaniye, mont, kazak gibi sıcak tutacak malzeme getirmişti, soğukta beklemek kimsenin umurunda değildi herkes sevdiklerini kurtarma telaşındaydı. Yeter ki sağ çıksınlar, herkes günlerce soğukta kalmaya razıydı. Peş peşe ölüm haberleri geliyordu, bir çoğu enkazın altında günlerce soğukta kalmaktan hayatını kaybetmişti.  

  Üçüncü gün, Kadimin binasında çalışma başlatıldı. Miran bir an bile oradan ayrılmak istemedi, fakat Bacısının doğum günüydü bugün. Onun yanında olmak istedi, Kadimden uzaklaşamadı, Bacısının yanına gidemedi sokağın ortasında kalakaldı. Bağırdı, feryat etti, ağladı yere yıkıldı. Şehir sanki onun üstüne yıkılmıştı. 

 Kadim, Memik ve Eşinin cansız bedenleri enkazdan çıkarıldı. Memik Küçük bir Battaniyeye sarılmıştı. Kurtarma ekibi çocuğu Miranın kucağına verdi, Miran dondu. Elinde altı yaşında çocukla ne yapacağını bilemedi…

Dördüncü gün, Miranın evinin enkazına çalışıldı. Miranın içinde bir umut vardı, Bacısı kendisine kıymazdı, ölmeyecekti, onu bu hayatta kimsesiz bırakmayacaktı. Bacısı inatçıydı, direnirdi. Hem doğum günüydü, insan doğum gününde ölmez ki.

Yedinci gün; İnsanların umutları artık tükenmişti. Bu saatten sonra sağ çıkacak olanlara mucize deniliyordu. Şehir ölüm sessizliğindeydi. İnsanlar enkaz yerinden daha çok artık mezarlıklardaydı.

Miranı Bacısının mezarının yanında buldular. Kucağında bir hediye kutusu, içinde Mavi bir elbise, bir çift ayakkabı, oyuncak bir kepçe ve yanında bir not : Ben bir sabaha karşı bütün sevdiklerimi kaybettim. Evet dayanırdım belki ama Bacım Acım oldu.

                                                                                                                                                       Hasan Hasari

                                                                                                                                                                                                                

                                            *Yazının Başlığı Murathan Mungan’ın şiirinden alıntıdır.