Niçin severiz? Neden korkulur ölümden? Nasıl unutuyoruz düşünebildiğimizi?

...

Bilmiyoruz. Aslında bu ürettiğimiz en bilgece sözcük. Günlerin yanarak tükenişi bizde hatıralar bırakıyor, bağ kuruyoruz durmadan, konuşuyoruz ama yeni şeylerden değil. Niçin severiz? Çünkü buna ihtiyacımız var, aslında bu kadar basit. Aslında kelimeler üretmeye, mucizeler beklemeye, düzensizlik aramaya ve kusurları farketmeye gerek yok; var olmamız ve hissetmemiz bütünüyle hem bir mucize hem bir düzensizlik hem de bir kusur zaten. Gözlerimizi kapatınca ve sesler susunca hiçbir şey yoktur, vücudumuz yoktur yalnızca hissettiklerimiz kalır bizimle, yalnızca hatırladıklarımız... Bence her birimiz yeni bir şey aramak için var olduk, yalnızca kendimiz olmak ve aramak için, sadece aramak. Dünyanın, dünyadaki eşyanın ve dünyadaki uydurulmuş kelimeler veya isimlerin anlamsız olduğunu kesinlikle biliyorum fakat düşünen, acı çekebilen, hissedebilen ve arayan insanın anlamı bütün boşluklarıma hükmediyor, yaşamda bir nihilist olamayacak kadar diriyim. Neden korkulur ölümden? Yok olacağımız için mi yoksa bir kere tattığımız için mi güzellikleri, güzellikleri hissederek deneyimlediğimiz için mi? Sahip olduğumuz bilincin nasılını bir türlü kavrayamadığımız için mi? İnsan gerçek manada çevresindeki her şeyden kendini soyutlayıp ve nasılları düşündüğünde, her şey bir komediye dönüşür, her şey olabilir dediğinde ve büyülü bu gerçekliğe sırıttığında da ölüm ona kendiliğini taşıdığı başka bir var oluş olarak görünür. Nasıl unutuyoruz düşünebildiğimizi? Her şeye mucize gözüyle bakıyorum, her yerden kötülük görüyor, her yerden bir kaos hissi duyuyor olsam da gözlerimi, bilincimi, hissedişimi, her şeye bağlanışımı ve seviyor oluşumu hükümsüz kılamıyorum. Bir taşın düşüşüyle, var oluşum asla aynı değil; güneşe her bakışımda yeni bir hisle sarsılıyorum, her gün dünyadaki kanrevan bu sahneye lanet okusam da, hiçbir şeyin son olmadığını ve bilincimin yok olmayacağını biliyorum. Var sayımlar ve paradokslarla kuşatılmışım, tekilliğim bana öylesine cazip geliyor ki, artık her yeni günde yeni bir şeye kavuşmanın heyacanıyla uyanıyorum; biliyorum ki ağlayışlarım da gülücüklerimden farksız, hepsi benim.

...

Acı verenleri düşünmek yerine, sonsuzluğu düşünüyor; boşluklar ve düzensizlikleri araştırmak yerine hissettiğim benliğimin doluluğunu gerçek olarak kabul ediyorum; çünkü insan kendisini taşır sadece, gözleri kapalıyken sadece yanında olan kendisidir.

Bu kendini kibirlice yüceltmek değil aksine reddedilemeyecek bir hakikattir. Ölürüz ve bizden sonra her şey devam etmiş olsa da aslında dünyanın ve her şeyin sonudur bu, bütün şimdinin silindiği... Arkamızdan ağlayanlar, bizi sevenler, bağlarımızı tutup kucaklayanlar salt bir alışkanlığı sürdürür, bizi hatırlarlar. Fakat bütün deneyimler insanın kendisine özeldir, hiçbir şeyin, hiçbir anın paylaşılamayacağını, bunun mümkün olmadığını anlamalıyız. Sadece sıkısıkıya kucakkucağa uyuyabiliriz beraber ya da zaten bir yabancı olduğumuzu unutup, yabancılaşırız birbirimizden.