Annesi durmadan azarlıyor çocuğu.
"O defteri karalamayı bırak, defteri karalama, karalamayı kes!”
Her seferinde bir daha yapmayacakmış gibi elinden kalemi bırakıyor ve uslu uslu oturuyor çocuk. Aradan biraz zaman geçiyor, sandalyesinde ayaklarını bir ileri bir geri sallayarak transa geçmiş gibi defteri karalamaya devam ediyor çocuk. Sonra annesi yeniden azarlıyor, çocuk yeniden bırakıyor kalemi. Bu döngü ya annenin bir tokadıyla son buluyor ya vazgeçişiyle. Ama o defteri karalamayı hiç bırakmıyor çocuk. Ta ki yanağının alev alan kırmızısını hissedene ya da umursanmadığını görene dek. İlkine katlanabilir çocuk. İkincisine asla.
İnsanın kendisine acı çektirene sevgi yüzünden boyun eğmesi ne garip. Anlayacak çocuk. Acıya katlanmak, acıyı, acı verene duyulan sevgi yüzünden kabullenmek hastalıklı bir durum. Büyüyünce anlayacak çocuk. İlgi, onu nasıl elde ettiğinle fazlasıyla alakalı.
Anlayacak çocuk. Annesi tarafından elleri hiç öpülmeyen, bitlerini ayıklamak dışında annesinin saçlarına dokunmadığı o çocuk hiç anlamadı sevgiyi.
Bırakıp gidemedi annesi. Hayatı ona zindan etti, acı verdi ama hiç gidemedi.
Yolda yürüyordu annesi ve çocuk. Karşıya geçerken elini tuttu annesi, yine acı veriyordu. Çocuk gülümsedi. Bu daha çok acı verdi.
Çocuk büyüdü, hiç anlamadı sevgiyi. Çocuk konuştu, annesi dinlemedi. Çocuk bağırdı, annesi bir sigara daha yaktı. Çocuk yemek yaptı, annesi döndü yattı. Çocuk elinden geleni yaptı, annesi kayıtsız kaldı. Çocuk terk etti. Annesinin gözünden bir damla yaş aktı. Çocuk ardında bir not bıraktı:
"Anne, keşke hiç sevmeseydim seni. Hele ki sen, sakın sevme kendini."