Geçen gün bir yerde okumuştum. “Hayattaki en değerli hikâye, bedelini ödediğinizdir.” diyordu. Doğruydu. İçinde “yol” kelimesi geçen bütün şarkıları sevmeye başlayınca anlıyordu insan. Bildiğini sandığı sularda çırpınıp boğulmaktansa bilmediği bir şehirde kaybolmayı yeğliyordu.


Hırçın dalgaların gazabına uğramış bir deniz feneri hayal et… Yapımı yarım kalmış bir asfalt yol… Suları çekilmiş bir kuyu… Bulutlara değme hayaliyle inşa edilmiş ama asla değememiş bir gökdelen düşün… Ben de bugünlerde aynı böyleyim işte.


Düşünüyorum da… Cani olmak için birini öldürmek gerekmez, cani olmak için birini sevmemek yeterlidir. Dahası, insan sadece sevgisizlikten ölebilir, sadece sevgisizlik hücreleri çürütebilir. Ve müzik, bir ölüm anını bile muhteşem kılabilir. Acaba beni hangi şarkıda hatırlamak isterdin?


Düşünüldüğü gibi değil. Yağmurlar ve kar, güneş ve ay her yerde aynı değil. Canımı acıtan şeyler aynı değil. Kimse aynı değil. Herkes, her şeyden biraz. Kendinden, olduğundan bile. Ve hatta artık ben bile…


Ben bile artık her şey olabilirim. Bir günahkâr, bir rahibe, bir evsiz, bir milyarder, bir katil ya da bir yardımsever… Çünkü bir kere aşktan canı yanmak, bunların hepsi olabilmek için yeterlidir. Ve aşık olmak, hiçbir zaman bir tercih değildir. Tıpkı hiçbir gerçeğin hayalinden daha güzel olamayacağı gibi…