Bir ezanla güçlenen İslam'ı vardı göğsünde. Uzun süren uzunca dalmaları ve kelimelere imanı ile meşhurdu. Bazen bir selamla dirilip bir merhaba ile can verirdi. Gözlerinde biriken cümleler ile geçerdi vadilerden. Dumanla haşır neşir kalbinde hep bir isim yankılanır dururdu. Omzunda bir kıl heybeyle gezerdi. O heybede çocukluğunu ve hatıralarını taşırdı. Yaşadığı çağa bulaşmadan, çağın ilerisinden ve gerisinden gelirdi. Bazen aynalara girer ve aylarca çıkmazdı ama aynaya bakmayı hiç sevmezdi.
Zihnini gece uykusundan uyandıran tek bir koku vardı. Uğradığı her bahçede bu kokuyu arardı. Konuşmayı sevmezdi, o yüzden hikayesini hep gözlerinden ve yüzünden okurdum.
Bir keresinde bütün cesaretimi toplayıp muhtemelen hiçbir dudakta hecelenmemiş olan adını sordum, canı sıkıldı... Asırlardır zikretmediği adını hatırlamak için heybesini kurcaladı, eline gelen karanfile baktı ve dudaklarından bir isim döküldü. Bu isim, kalbinde yankılanan isimdi. Nereden bilebilirdim kendi adını bile unuttuğunu.
Burnuna yaklaştırdığı karanfile bir kez daha iman ederek oturduğu yerden kalktı ve doğmadan önce düştüğü çöle doğru adım adım uzaklaştı. Onun çölüne güneş bir farklı doğardı ve alnına kadar yaklaşırdı. Yüzünü hatmederek inen ter damlacıkları, çenesinden düşüp kumlara abıhayat içirirdi. Bereketli parmaklarından fışkıran zemzemden bile bir yudum içmeden heybesinde biriktirirdi. Her karışında ölümü çağıran bu çölde ölümden yana nasipsiz olan bedeni, kendi hakikatini bulmaya niyetliydi. Uzaklaştıkça devleşen gölgesinden ve kendisini takip eden mana yüklü develerden habersiz bir şekilde, gözden kaybolmadan eğilip ayaklarını yutan kumlardan bir avuç alıp heybesine koydu.
Titreyen gözleriyle aradığı tek şey artık Rabb'inin katından hayırlı bir ölümdü.
Ve benim kulağımda güçlü vurgularla dudaklarından dökülen o isim vardı.
"Azize"