Annem çiçek satar Beyoğlu'nda, babam duvar ustası. Akşamları biri türlü güzel kokularla döner eve, biri toz içinde...

Ben mi? Ben markette çalışıyorum ama market sahibinin bundan haberi yok. Market kapısında bekler, ihtiyacı olanın poşetlerini taşırım gideceği yere kadar. Bazısı para verir bazısı da iyilik olsun diye taşıdım sanır. "Sağ ol evladım." der, poşetten bir meyve ya da abur cubur ikram eder, kapıyı kapatırlar yüzüme. Ben kızmam onlara ama hem de hiç kızmam. Babam öyle insanların iyiliğe inanan insanlar olduğunu söyler hep.


Bu sabah annem erkenden uyandırdı beni. Kalk, hadi gel benimle, dedi. Ne olduğunu sordum. Sorma, gel peşimden, dedi. Çıktık kapıdan yürüdük ana caddeye doğru. İki katlı beyaz bir evin önünde durdu annem ve evin ön cephesini komple kaplayan çiçeği gösterip "Bunun adı ne?" dedi. "Ne bileyim anne, çiçekçi olan sensin." dedim gülerek. "İnternetten bak bakalım, neymiş bunun adı?" dedi yalvarır bir ses tonuyla. "Dur, bahçedeki adama soralım." dedim.

-Günaydın beyefendi. 

-Günaydın.

-Bu çiçeğin adı nedir acaba?

-Begonvil.

-...

-Begonvil, begonvil...

-Ha tamam... Çok sağ olun. 


"Hadi ben gidiyorum, sen de işine geç kalma sakın." dedi ve hızlı adımlarla köşeyi dönüp kayboldu annem.


Çiçekleri çok sever annem. Karanfil hariç... Hem sevmez hem satmaz. "Bazı özel günlerde çok satılır. Sen de satsana. Eskiden çok satardın." demişti babam bir kere. "Satmam. Satmayacağım artık." diye çıkışmıştı annem. Babam çok ısrar edince anlatmaya başladı: "Yakasına takıyorlar onu. Ölmüş insanların fotoğrafının yerine. Yaşlı bir teyze vardı. Kucak dolusu karanfil alırdı haftada bir. Bu kadar karanfili ne yapıyor diye sorduğumda 'Kayıp olan çocuklarımızı arıyoruz biz her cumartesi. Her karanfil bir kayıp insan için.' dedi." "Eee" dedi babam. "Bunda ne var ki? Lazım ki alıyorlar işte." deyince annem, "Satmıyorum, satmayacağım. Daha da üsteleme." diyerek kapatmıştı konuyu. 


Akşam iş dönüşü eve geldiğimde masanın üstünde, saksıda bir begonvil duruyordu. Ah benim annem, güzel annem, çiçek annem... Ne yapmış ne etmiş bulmuş, almış begonvil çiçeğini.


-Anne nereden buldun da aldın bu çiçeği?

-Sultan biliyormuş bunun adını. Bahçesinde varmış bu çiçekten. İş dönüşü evine uğradık, verdi bir dal sağ olsun. 

-Bu, bu deyip duruyorsun. Adını söyleyemiyor musun yoksa?

-Uğraşma benimle. Çiçek işte. Duvar çiçeği...

-Begonvil anne begonvil...

-Neyse ne işte. 

-E bunun bizim duvarımızı sarması yıllar alır. Hem kentsel dönüşüm mahallesi bizim mahallemiz. Bugün yarın müteahhit girer mahalleye. Boş yere ekme bence. 

-Boyu devrilsin onların. Ancak yıkmayı bilirler zaten. 

-Neyse, sen bilirsin. Dikelim mi şimdi?

-Baban da gelsin öyle dikeriz. Sever o böyle çiçekleri. 

-Babam mı sever? 

-Sever tabii. Onların köydeki evinin duvarı sarmaşık kaplıydı. Hep baban sulardı, görürdüm. 

-Peki anne...


Müteahhit girdi mahalleye bir yıl dolmadan. Bizim gecekonduyu yıktılar. Annem begonvilini söküp çıkardı topraktan. Belediye, annemin ve diğer çiçekçi kadınların tezgahını kaldırdı. Bir daha hiç çiçek satamadılar. 


Bir apartmanın dördüncü katında yaşıyoruz şimdi. Balkonda, saksıda duruyor annemin duvar çiçeği. Televizyonda gördü annem, o kucak dolusu karanfil satın alan teyzeyi. Polisler kollarından tutup çekiştiriyordu. Yasaklamışlar teyzeye kaybolan evladını aramasını. 


Geçen yıl kaybettim annemi. Babam yıkıldı yıkılacak yalnızlıktan. Begonvil, balkon parmaklıklarına sarıldı az da olsa. 


Her cuma mezarına uğruyorum annemin, elimde iki karanfille. Biri benim yerime, biri de 1992'de evden okula diye çıkıp bir daha dönmeyen ablamın yerine...


Begonvil demiyorum artık. Duvar çiçeği o...