İnsan hiçbir şeyi ummadan bekleyince, sadece beklemenin can sıkıntısıyla değil, anlamsızlıkla da aynı anda savaşmak zorunda kalıyor. Gün bitiyor aynı yerde, ayna düşmanlaşıyor, masken eskiyor ve yenisini takıyorsun, sadece yerini senin bildiğin ruhundaki deliklerini saklamaktan yoruluyorsun. Kelimelerinin yetersiz kaldığı bir tanım var içinde sese dönüştüremediğin ve sese dönüşse dahi anlaşılamayacağını ön görmenin kasvetli umutsuzluğu.  İçinde hüküm giymeyen suçlular var bir panoptikonsun sen kendine ve bütün hücreleri açık içindeki mahkumların. Olduğun yerde sayıklıyorsun, kabusların giderek artıyor gözlerin açıkken.

.

Suların tamamen geri çekildi ve sebep gecede parıldayan ay değil, sebep bizzat varoluşun, kendine yüklenmenin ötesine geçtin artık kendine çöktün. Başka birine ihtiyacın yok kötü hissetmen için, başka biri ruhunu senin kadar yaralayamaz; başka biri geçmişi ve geleceği senin kadar düşmanlaştıramaz senin için. Ama bekliyorsun dev bir çelişki halinde bütün yaşamak dilemmanı sırtlayıp, bütün köşelere, bütün umut sözcüklerine kulaklarını tıkayarak. Hareket etmek can çekişme haline dönüşüyor ve gizlemeyi başarıyorsun. Bütün acın göstermediğin bir hissedişin gecede sonlanışıyla çözümleniyor gene de sayıklayarak beklemeye devam ediyorsun. Sayılar kelimelere, kelimeler acıya dönüşüyor.

Gözlerine değen ışığı umutsuzluğa dönüştürerek parlak beyaz bir cüceye dönüştüğün sende saklı, bazen güldüğün anlarda sana özel bir sesle çıkardığın titreşimlerin bunu anlatıyor.

.

Umutsuzluğu öyle karşıladın öyle içselleştirdin ki, umutlu bir sen yaratmaya inanmıyorsun, ne çok istiyorsun oysa gerçekten gülebilen yüzünü, ne çok istiyorsun huzurlu bir arzuyu zamandan.

Ne çarptı sana acaba, ne çarptı da yörüngesizsin.