Torununu getirmiştir yaşlı kadın parka,

Bekler ölümü bekler gibi, uzaklara bakarak bir bankta.

Torunu güzel mi güzel, kupkuru bir kız çocuğu,

Kadın güzelliğini, zamanın tuhaflığına yitirmiştir.

Bekler ölümü bekler gibi her ikisi de bir bankta.

 

Ne yapmalı da bu biçimsiz şehrin manzarasını anlatmalı onlara?

İnsan neden bekler ki bir bankta?

Ne geçer kafalarından?

Neye umut eder, neyde ölünecek şeyler biriktirir yüreklerinde?

Biri ölümü düşünür sanırım, biriyse yarınlarını hiç ölmeyecekmiş gibi.

Kadın ne yapmalı da bu yaşamın tecrübelerini anlatmalı torununa?

Bunca zamansızlık içinde üstelik...

Torununa ne uzakları anlatabilirdi şimdi ne de torununun annesinin evi terk edişini.

Hele uyumaya yüz tuttuğu sırada torunu, damadının eve içip içip geldiğini.

Biliyordu yaşlı kadın sevgisiz büyümenin adaletsizliğini.

 

Yaşlı kadın daha on altısını doldurmadan verilmişti kocaya.

On yedi olmadan aldı süt kokan yavrusunu kucağına.

Daha kızlığını öğrenemeden anneliği tattırdı bu hayat ona.

Nasıl anlatmalı şimdi bu bankta bir çırpıda kendi ömrünü?

Heba mı etti acaba, iyi mi etti bu yaşamı yaşayarak bu şehrin kıyısında?

 

Yaşlı kadın;

Doğurdu bir kız çocuğu 1961’in yazında,

Doğurdu ikinci kızını bir yıl geçmeden ekinlerini, ekimine doğru.

Üç beş kız çocuğu derken

Erkek evlat alabilmek için hocalara gitti, kocakarı ilaçları içti.

Kimi zaman da çaput bağladı kurumuş ağaçlara, erkek evlat alabilmek için.

Bu böyle sekiz sene sürdü,

Ekinler biçildi, satıldı, taylar büyüdü kısrak oldu geniş meralarda boy gösteren.

Ama hiçbir şey fayda etmedi ona.

Ne kocakarı ilaçları ne hocalar ne de kuru ağaçların dallarına asılan çaputlar.

Sonunda peygamber mucizesi denildi, kavuştu küçük Memed'ine bir kış günü.

Sardı sarmaladı, bir savaş gazisinin zafer nişanı gibi, göğsünde taşıdı onu kırk günlükken.

Daha kırkı çıktı çıkmadı, ateşler içinde kaldı Memed,

Doyamadan yavrusuna, kara toprağın gözünü doyurdu daha bahar gelmeden.

 

Onun kederi kaldı kadının üstünde,

O günden sonra hep sustu kadın.

Bütün bahtsızlıklar kovaladı sonra da kadını, 

Ailede istenmeyen gelin oldu, kocası ölene kadar.

O büyüttü kızlarını, babadan daha baba, anadan daha ana oldu onlara.

Beş kızın dördü kocaya, birini telleyip duvaklayıp kocaya verdi.

Tellenip duvaklanıp kızını, iki gün olmadan ana evine getirdi kocası.

Söylenen o ki kan bile gelmemiş kızdan ilk gece.

Bir gözü mor, sol kolunu da kırıp yolladılar anasının evine.

Sesi bile çıkmamış dayak yerken yavrucak.

Buna da dayanamadı kızcağız.

Memed'in çaputlar bağladığı ağaca astı kendini,

Beyaz gelinlikle girdiği dünyaya, beyaz kefenle çıkmıştı insanlara göre.

Annesine göreyse gecelerce öldürdü kendini, 

Annesinin gençken yaptığı yorganlar altında kızı,

Gündüzleriyse dirilirdi annesi anlamasın diye tüm bunları.

 

Üçüncü kızının bir çocuğu oldu;

Bunla mesut olurum sanıyordu kadıncağız.

Hele torunumu elime alayım; bütün kara bulutlar dağılır, diyordu başımdan.

Daha torunu bir yaşına basmadan vurdu anasını av tüfeğiyle kocası.

Jandarma raporlarına göre namus dediler,

İnsanlar da öyle dediler, kapı önlerinde dedikodularında.

Kadıncağıza sormadılar bile hiçbir şey.

Nedir bu? Ne değildir!                                                               

Koca kadının alnındaki kederi,

Yüzünün izlerindeki yazgıyı,

Nasıl yapmalı?

Nasıl etmeli de gizlemeli bunca acıyı; öksüz torununu büyütürken.

Üstelik, şehrin en kötü manzarasındaki bir bankta, nasıl konuşmalı torunuyla?

Kayboldu güneş dağların ardında, indi aniden karanlık şehre.

Doğruldu sokak lambaları, intihar delikanlılar gibi sokaklara.

Ve bir kadın daha ölmeye hazırlandı yarınlarına.

 

Yıldızlar hâlâ parlak ve sonsuz üstlerinde,

Gece hâlâ dünün kederini taşır pencerelerin sürgülerinde,

Mızıkasından çıkan ezgiyle salınır sokaklar

Ve yorgun bir memur edasıyla evlerine göçer yalnızlıklar.

Hayat, hâlâ acımasız ve akışkan!

Bitmek bilmeyen yanılsamalar aldı aynaları o gece.

Kadının yüreği torunu gibi, hâlâ çocuk ve hâlâ hayatta.

Bu yıldızlar ve sonsuz gökyüzü üstlerindeyken bu bankta.

Zaman da ölmeye yüz tutmuşken geceye,

Kimdir artık çocuk, kimdir kadın, kimdir cinayet ve kimdir gerçek, bu gecede?

 

Ben şiir yazarken

Ne yapmalı da anlatmalı bu koca kadına,

Yalnız bir başına bankta otururken

Torunu gibi sevdiği zamanı, büyüyüp ellerinde can verdiğine.

Torunu bile olmayan bu yaşlı kadına, ne yapmalı da anlatmalı gecenin gerçeklerini.

Hayat dediğimiz iş; düş gemisidir işte.

Hepimiz düşümüz kadar gideriz gecede, düşümüz kadar varız aslında bu gecede.

Ne yapmalı işte?

Siz söyleyin...