Ayrı bir zamanın içinde ayrılıyorum kendimden.

Ağaç tepelerinde küçük kuşların

yakalamaç oynarken bağırışları çarpıyor kulağıma.

Kulağım Van Gogh'un kulağı kadar değerli.

Çünkü kulağıma en son senin sesin değdi.

Rüzgar, yırtık pencereden bir fesleğen kokusu taşıyor altın tepside.

Odamda bir şenlik başlıyor

Fesleğen kokusu eşliğinde.

Sol bacağım da durur mu?

Ağır bir sancıyla eşlik ediyor şenliğe.

Sol bacağım, Christy Brown'unki kadar değerli.

Ki sol bacağım en son sana geldi.

Ağlamanın bin türlüsünü bilirdi gözlerim,

Kirpiklerim bir bir iterdi tuzlu damlacıkları...

Mutlu değilim demiyorum.

Biraz eksiğim sadece.

Memleketime ilk hasretliğimde de böyle olmuştum.

Küçük kara gözlerim sarılacak bir kol aramıştı gurbet elde.

Ninem 'sen uyanmadan az evvel gitti' demişti gözlerimin aradıklarını...

Çocukluğumun hasretlik yanı gibi

Tuna nehrinden bir haber beklemiştim az evvel.

Şırıl şırıl, gürül gürül bir haber.

Yine bir hasretliğin orta yerinde kaldı kara incilerim.

Az evvel saçlarına güneş doğmuştu.

Az evvel öpmüştüm cüzdanımdaki resmini.

Beklemiyor değilim,

Vallahi bekliyorum.

Hasretin ağırlaştığından bütün bu yorgunluğum,

Bütün bu çocukça nazlarım,

Bir yol boyu seni aramalarım.

Ve yoldan çevirip insanlara seni anlatmalarım.

Özlemiyor değilim inan.

Kuşlar inadına söylerken bir şubat bitimi şarkısını,

Altın tepsilerde önüme sürülürken kokun,

Özlüyorum.

İnan çok özlüyorum.