"Kadın yüzinelerce hikayeyi dökmüş yere, ortasına oturmuş, elleri kaleminden nasırlı."

Sağında perdesi soluk bir pencere önünde paslı tenekeden saksılar. Çiçeksiz. Fi tarihinde falanca yerden bazı çiçekler alacakmış. Mış.

Önce ertelemiş sonra unutmuş. Solunda eski bir koltuk, ikili, cenin gibi kıvrılınca güzel ağlanırmış üstünde. Bazı satırlar tükürülmüş yüzüne, sigara közleriyle delinmiş, moru bordoya bulanmış ucuz şaraplarla, nihayetinde biraz sararmış.

Tam karşısında sekiz tahta bacak, insan olsa dört olurdu, demek ki dört insan bir masa bir sandalyeye eşit. Harfler kazınmış masanın üstüne sonra karalanmış.

Bir arkadaşım demişti ki asırlar aşarmış insanın iz bırakmaya hasreti. Sağ çaprazda bir fiskos üstünde dantel, dantel deyip geçme anneanne çeyizinden miras, parmak kıymığı çokça kirpik çığlığı.

Sırtında tahtadan bir kitaplık; yörüngesiz düşler, güzel mısralar raptiyelenmiş üstüne. Selam Oza! (Romantik sancıların pas tadı damağımı kanatmadan anlatmalıyım, tekrar deneyelim)

Kadın yüzinelerce hikayeyi dökmüş yere, ortasına oturmuş, elleri kaleminden nasırlı. İrili ufaklı rengarenk kağıtlar, rengarenk mürekkeplerle.

(Yıllar evvel biri sormuştu "kağıt kalem deyince neden kağıt beyaz kalem siyah canlanır zihinde" diye; cevap bulamamıştı kadın o zaman, şimdi olduğu gibi.)

Kadın bulanan bilincinde kıyıya vuran bir balık gibi çırpınıyordu, beceriksiz ellerinde yüzinelerce hikaye, hangisi gerçek, hangisi kurgu?

Biraz göz gezdirdiği her hikaye 'onun gibi'yken saniyeler içinde asla şahit olmuş olamayacağı kadar yabancılaşıyordu.

"Hatırlardım, zaten beni böyle kesselerdi izi olurdu ama bak bileklerim tertemiz."

Kendi kurduğu kapana sıkışmış gibi, dehşetle, sağa sola savuruyordu öyküleri\anıları\düşleri.. Ne çok kan... Her yer kan...

Belemir, o muhteşem evin tek eksiği vardı: ayna.

Kadının aynası ve aynaya bakmaya cesareti olsaydı layık olduğu hikayeyi bulurdu oysa kadın yıllarca silinmemiş camdan gördü suretini bu yüzden de silik ve tozluydu tüm hikayeleri.

...

Belemir, bana ayna alsana.